24 Ekim 2016 Pazartesi

O (Elle)


Elle, her saniyesinin tetikte izlediğiniz, Isabelle Huppert’e tekrar tekrar hayran kalacağınız bir film. Paul Verhoeven yönetimindeki filmde mükemmel bir yönetmen – oyuncu uyumu var. İkisinin de ne istediğini ve neyi, nasıl yapmaları gerektiğini bildiklerini fark ediyorsunuz.
(Filmi izlemediysen buradan sonrasını okumak istemeyebilirsin!)
Elle, Michele (Isabelle Huppert)’in saldırıya uğradığı anı etkileyici şekilde yansıttığı bir kare ile açılıyor. Önce ne olduğunu anlayamıyoruz. Bu ise Michele’in geçmişinde yaşadıklarına benzer bir hikayeyi yeniden yaşayabileceğini gösteriyor; ancak o bunları çoktan atlatmış, güçlü bir kadın olarak kendi çözümünü kendisi yaratıyor.

Michele, şiddetin her türlüsüne alışık. Daha önce yaşadıklarından o kadar çok şey öğrenmiş ki ruhu da bedeni de kalın bir kabuğa sahip. Elbette barışık olmadığı değerler, çoktan yozlaşmış olduğuna inandığı inançların farkında. Ve bu, onun yarasının asla kanamamasını sağlıyor. Diğer taraftan eski kocasını, kendisine tokat attığı için terk etmiş. İçinde bir yerlerde bitmek bilmeyen öfkesi ise sadece babasına karşı.

Bu kadar cesur olmak için biraz rahatsız olmak gerekir.

Evet, Michele’de bunu görebilirsiniz. Normalde insanları sarsacak, tüm hayatını etkileyebilecek olaylardan rahatsız olmuyor. Saldırıya uğradıktan birkaç dakika sonra yerdeki cam kırıklıklarını süpürüyor ve birkaç gün sonra yemekte arkadaşlarına “Tecavüze uğramış olabilirim.” diyor. Kadınlara karşı da merhametli olduğunu, yani Michele söz konusuysa merhametten söz edilebilir mi bilmiyorum, söyleyemeyiz; ancak erkeklere karşı net bir acımasızlıktan söz edebiliriz. Baba – kız arasındaki zedelenmiş ilişkinin etkisini Michele’in hayatına giren tüm erkekler de görüyor. Diğer taraftan karşısındaki, özellikle de şiddet yanlısı bir erkekse Michele, ona dersini vermekten çekinmiyor. Erkekler onun için seks ve şiddet eğilimli varlıklar, onlardan biriyle seks yapmak istemiyorsan silkip atabilirsin.

Michele, ilgisiz biri de değil. Aksine etrafındakilere karşı korumacı tavırları var. Annesinin ve oğlunun, hatta eski eşinin hayatına girenleri denetlemekten çekinmiyor. Bu aslında onun sorunlu karakterinin bir özelliği. İşinde de başarılı. Mükemmel olanı yakalayabilmek için tüm ekibi zorluyor ve sonunda istediğini alıyor.
Şiddetin her türlüsüne alışık olması, aslında yıllardır toplumsal baskıya maruz kalmasından kaynaklanıyor olabilir. Çocukluğunda yaşanan olaylardan kalan kendisine ait bir karenin tüm hayatını etkilediğini, kendisi de belirtiyor. İnsanlar onu tanıyor ve “Seni unutmadık.” diyor. İnsan için başa çıkması çok zor olan bu durumdan Michele en iyi şekilde kurtulabilmeyi başarmış. Korkmuyor ve üstüne gitmekten de çekinmiyor. Babasıyla başına gelen olayları kısaca anlattığı sahnede dinine sıkı sıkıya bağlı olmaktan kaynaklı bazı şeylere değiniyor. Noel öncesi yemekte sohbet esnasında dini geleneklerle ilgili ayrıntıları bildiğini görüyoruz. bir ara karşı komşularının da bahçede kurdukları düzen ve dini törenlere olan bağlılığı, tüm bu şiddetin alt okumasını din ekseninde yapmamızı istediğini düşündürtmüştü; ancak böyle olmadığını görüyoruz. Michele bunun davranış yönünde sapkınlıklara sebep olduğunu düşünüyor. Kendisinin inanıp inanmadığına dair net bir bilgi edinemesek de manevi yönünün hala güçlü olduğu söylenebilir. Komşuları ile ilgili netliği de sona doğru öğreniyoruz.

Film boyunca Isabelle Huppert’ı izlemek büyük bir keyif veriyor. Role kattığı anlam… Piyanist’teki rolünden sonra onu yine psikolojik sorunların karaktere biçim verdiği, karakterinin alt okumalarının yoğun olduğu bir filmde izleyebilmek paha biçilemez. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder