31 Mayıs 2016 Salı

Bir Kahramanlık Söyleni içinde Bayan Havisham


“Kalplerini kır onurum ve umudum benim, kalplerini kır ve hiç acıma!”*

Birkaç aydır “kahraman/kahramanlık” konulu makaleler, dosyalar hemen her alanda yayınlanmaya başladığını fark ediyorum. Sebebini bilmiyorum. Belki toplumsal olarak bir kahramana ihtiyacımız vardır da o yüzden medyadan, reklamcılıktan, edebiyattan, sinemadan, dizilerden, kitaplardan, kadın sorunlarından, toplumun kahraman üretebileceği her alandan bir kahraman çıkarmaya çalışılıyordur. Belki de gizliden gizliye “Her grup kendi kahramanı ortaya çıkarsın da bilelim.” ya da “Herkes kahramanını ortaya koysun da kimler kimlere kahramanmış, görelim” diye birileri planlar yapıyor olabilir.

Ben de son aylarda ortaya çıkan bu kahraman sorunsalı üzerine düşünüyordum ve birkaç kez yazmak istedim; ancak bir türlü kafamdakileri yazıya dökemedim. Sonunda kendimi biraz sıkıştırma zorunluluğu hissettim; çünkü ben çocukluğundan beri kendisine bir kahraman yaratmaya çalışmış, bir türlü kahramanını bulamamış biriyim. Peki, neden bir kahraman edinme çabası? İşte tam da yukarıda saydığım sebeplerden sanırım. Birileri sürekli bize bir kahraman buldurmaya çalışıyor. Acaba kendi kendimizi kahramanlığa yakıştırmamamızı mı istiyorlar?

İlkokulda, hatta üniversitede İngilizce hazırlıkta falan “Benim kahramanım …/My hero is …” şeklinde cümle kurmamızı isterlerdi. Sanki hayatımın en zor sorusu ya da asıl sorunun kahramanımın kim olduğu sorusuymuş gibi düşünür dururdum. Sürekli de farklı cevap verirdim. Neden? Çünkü o kişinin gerçekten kahramanım olup olmadığından emin olamıyordum. Bir de tabi şu da var ki kahraman denilen kişi sanki herkesin bildiği biri olacak. Sakın öyle arada kalmış olmasın. Misal Örümcek Adam gibi, Süperman gibi… Yani hep erkek, hep tanıdık, hep gerçeküstü. Tabi gerçeküstü olması konusunda anlaşabiliriz. Zira kahraman dediğimiz kişiyi, kahraman görebilmemiz için epeyce gerçeküstü olması gerekiyor. Zaafları olmayan, yenilmez; yoksa neden kahraman olsun ki?

Ben de hayatımdaki kahramanlık sorgulamalarına bir gün bir cevap buldum. Ortaokula gittiğim yaşlarda (Yani 12-14 yaş civarı), yaz tatilinde Charles Dickens’ın Büyük Umutlar (Great Expectations)’ını okudum. Orada beni etkileyen Pip ve Estella’nın, daha doğrusu çoğunlukla Pip’in aşkıydı tabi; ama Bayan Havisham, benim unutamadığım roman karakterim oldu. O günden bugüne Bayan Havisham benim gözümde; aşık olduğu adamın düğün günü onu terk etmesi üzerine evdeki, düğün için hazırlanmış odayı o şekilde bırakarak, tüm saatleri durdurarak, hayatını, onun gelmeyeceğini öğrendiği o “an”da mühürleyen bir kadındı. Ve ben o yaşlarda, bunu, aşkın bir kadının/bir insanın hayatındaki önemi ve aşık olunan kişi ortadan yok olduğunda artık zamanında bitmiş olacağı romantikliğinde anladım ve hep o şekilde de anımsadım. Benim için aşkın acı yüzü saatlerin 9’u 20 geçmesiydi ve sanırım bu tutkuydu. Genç kızlığının başında biri için epey acıklı ve romantik bir hikâye. O günden sonra da romanı sık sık anımsadım; hatta lisedeyken Alfonso Cuarón yönetmenliğinde çekilmiş 1998 yapımı Great Expectation’ı sinemada izledim. Romanı nedense bir daha okumadım. Ta ki son zamanlarda kahramanlıkla ilgili seçici algım devreye girene kadar. Bayan Havisham’ı yazmak istedim; ama acaba hatırladığım kadın gerçekten Bayan Havisham mıydı? O şu anda benim kahramanım olabilir miydi? Kitabı baştan ele aldım. Bu kez de gösterime girdiğinde izleyemediğim  Mike Newell yönetmenliğindeki 2012 yapımı olan Great Expectation’ı izledim.



Yeniden okuduğum kitapta Bayan Havisham’ın aşka tutkulu, zamanı terkedildiği ana mühürlemiş bir kadın tanımlamasını doğru hatırladığımı gördüm; ama o yaşların verdiği romantizmle büyük resmi göremediğimi fark ettim. Bayan Havisham, zamanı durdurmuştu… O çok sevdiği, hayatının aşkı için… Peki, o adam sadece düğüne mi gelmemişti? Meğer Bayan Havisham’ın parası için onunla birlikte olarak onu dolandırıp kaçmıştı. Sonra da kendisinden haber alınamamıştı. Bir kadın kendisini aldatan, yalanlar söyleyen, sonra da düğün gününde onu gelinlikler içinde, düğün pastasının ve davetlilerin önünde terk edip giden adam için mi tüm hayatını zehir etmişti? Böyle bir adam için hayatını feda etmeye değer miydi? Bayan Havisham da herhalde bunları düşünmüş olacak ki özellikle bir kız çocuğu evlatlık edinmek istiyor. Sonunda kimsesiz bir kız çocuğunu himayesine alıyor ve onu sevgiden yoksun, erkekleri etkileyen; fakat asla onlara taviz vermeyen çekici bir genç kadın olarak yetiştiriyor. Bayan Havisham, erkekleri süründürecek, onların canını yakacak, onları acıdan yok edecek hayat eserini yıllarca ilmik ilmik işliyor. Estella, bu yetiştirme tarzı ile çocukluğundan itibaren kibirli tavırları ile dikkat çekiyor. Bayan Havisham da yetiştirme tarzını kontrol edebilmek için eve “Estella’ya oyun arkadaşı” adı altında köyden Pip adında bir çocuğun, belirli sıklıklarla evlerinde kendisini ziyaret etmesine izin veriyor. Böylece denek Pip, “Erkek soyunun Estella’dan çekeceği ızdırabın geçerliliğinin” ölçülmesinde kullanılıyor. Lakin bu deney, Pip’in kaderi oluyor ve Pip, Estella’nın tüm sevgisizliğinin sonuçlarını kendi ömrü ile kanıtlamış bulunuyor.

Bayan Havisham’ın hikâyesindeki ayrıntılara değinmek istiyorum. Düğün için her şeyin hazır olduğu o anda damadı beklerken kendisine gelen bir mektupla terk edildiğini öğreniyor. Ondan sonra da tüm saatleri durduruyor. Evdeki her eşya o andan sonra bir daha değiştirilmiyor, temizlenmiyor. Özellikle düğün töreninin gerçekleşeceği oda ve yiyeceklerin olduğu masa olduğu gibi bırakılıyor. Yıllar içinde yiyecekler bozulup çürüyor, pastanın üstünü örümcek bağlıyor; ama Bayan Havisham’ın talimatı üzerine kimse dokunmuyor. Evin tüm pencereleri o günden sonra ışık almayacak şekilde kapatılıyor. Bayan Havisham, o gün kendisini ruhen öldürüp düğüne dair tüm nesnelerle birlikte düğün odasının içine gömüyor. Zaten tek vasiyeti de “Öldüğümde beni bu masanın üstüne yatırın.” Aslında Estalla’yı yetiştiriyor oluşu, onun umudunu yitirmediğini gösteriyor; ancak onu yetiştirme amacının zehrini içine akıtmaya devam ediyor. Sonunda da bu zehir onu öldürüyor. Estella’yı sevgiden yoksun yetiştiriyor ve onun çok güzel, çekici bir genç kadın görüntüsüne bürünmesini sağlıyor. Tabi ki en önemli kısım, erkekleri cezbetmesi ve asla onlara yüz vermemesi. Öyle ki evlenmek için kendisine seçtiği erkek, çevresi tarafından hiç sevilmeyen, tasvip edilmeyen birisi ve Havisham’ın evlilik için bu erkeği seçmesindeki amacı; Estella’nın bu erkekle evlenerek diğer erkeklerin, Estella gibi bir genç kadının nasıl böyle birini seçtiği, sorgusu ile canlarını yakmak ve onların sonsuz bir ızdıraba katlanmak zorunda kalışlarını görmek. Sevgisiz kalarak kendisini diri diri mezara koyan Havisham, umudunu erkekleri sevgisiz bırakarak onlardan öç almaya adıyor; ancak gerçek anlamda ölümü yine sevgisizlikten oluyor. İlk olarak Estella’nın kendisini sevmemesini kabullenemiyor ve sonunda Pip’e yaptığı haksızlığı fark ederek yanıyor.**

Görüyoruz ki Estella, Bayan Havisham’ın hayatındaki en büyük başarısı olarak karşımızda duruyor. Bayan Havisham, kendisini azaba sürükleyen durumu tersine çevirmek isterken insanları yaşama bağlayan şeyin sevgi olduğunu unutuyor. O, gerçeküstü; fakat yenilmiş ve zaafları olan bir karakter. Bayan Havisham’ın onu aldatan bir erkek yüzünden seçtiği karanlıklar içindeki tüm hayatı; üzerindeki eskimiş, rengi griye dönmüş, yıpranmış tüllerinin bazı yerleri yırtık gelinliğiyle örümcek ağlı pastanın süslediği masanın etrafında, tekerlekli sandalyesi ile dolaşırken hep aynı saat diliminde yok oluşu. Bu arada da umudu ve sonunda umutsuzluğu olan kibir yüklü Estella’yı kalpsiz biri olarak yetiştirişi, onu kahraman yapar mı?


*Bayan Havisham’ın özellikle keyifli zamanlarında Estella’ya sık sık tekrarladığı sözleri.
**Bayan Havisham yanarak ölüyor; fakat mecazi anlamda da yanıp kül oluyor. 


Bu yazı daha önce Amargi'nin 2014 Kış "Kahramanlarımızsayısında yayınlanmıştır.