21 Şubat 2012 Salı

Magnifica Presenza (Şahane Misafir)

Ferzan Özpetek’in son filmi Magnifica Presenza’nın fragmanı yayınlandı. Çekimleri, ağırlıklı olarak İstanbul ve Mardin’de geçen filmde Cem Yılmaz, Elio Germano, Margherita Buy, Vittoria Puccini, Giuseppe Fiorello, Paola Minaccioni yer alıyor.


Ferzan Özpetek’in her filminde en az bir tane Sezen Aksu şarkısına yer verdiğini biliyoruz. Yine bu filmde de Sezen Aksu şarkıları var. Margherita Buy’ı ise yönetmenin Cahil Periler ve Bir Ömür Yetmez filmlerinde de izledik. Diğer oyuncular ise Ferzan Özpetek’le ilk kez çalışıyorlar. İtalya’da 16 Mart’ta vizyona girecek olan film, Türkiye’de ise 30 Mart’ta gösterilecek.
  
Bu filmi Ferzan Özpetek’in her filmi gibi sabırsızlıkla bekliyorum; ancak Mine Vaganti (Serseri Mayınlar)’nin üzerine yeni bir filminin nasıl olacağı konusunda da hem merak hem de çekinceler taşıyorum. Film görüntüleriyle beni çok etkilemişti. Öyle ki o büyü bozulmasın diye tekrar tekrar izlemiyorum.

 
Kaynak: Radikal Gazetesi

4 Şubat 2012 Cumartesi

Zenne: Birbirlerinden Farklı Üç Arkadaşın Hikâyesi


          Zenne, M. Caner Alper ve Mehmet Binay’ın yönetmenliğinde konusunu iyi işlemiş; ancak görüntü yönetmeninin azizliğine uğrayarak Zenne Can (Kerem Can)’ın kıyafetleri iyi olsa da dans sahnelerini zihinlerimize kazıyacak bir film ortaya çıkaramamıştır. Zira, bu durum yine de hikâyenin önüne geçememiştir. Ben, bu filmi, dans ve zenne kostümü içindeki Can’ın danslarıyla değil birbirlerinden farklı üç arkadaşın hikâyesi olarak hatırlayacağım: Can, Ahmet (Erkan Avcı), Daniel (Giovanni Arvaneh)’ın hikâyesi.

            Filmin ilk yarısında karakterleri tanımaya başlıyoruz. Can, akşamları zennelik yapıp gündüzleri de bir kafede fala bakan “asker kaçağı”, Ahmet’se Urfa’dan okumak için İstanbul’a gelmiş ve ailesinin onun cinsel kimliğini anlamak için arkasından kız kardeşini gönderip peşine de bir adam takmıştır. Daniel ise Alman bir fotoğrafçıdır ve Zenne kostümü içerisinde Can’ın fotoğraflarını çekmek istemektedir. İlk yarıda karakterlerin aileleriyle ilişkilerine ve günlük rutinlerine tanık oluyoruz.

            İkinci yarıdaysa film, klişe bir heteroseksüel karşıtlığı, “ayrıksı” olmaktan ötürü homoseksüelliği haklı çıkarma durumu adına karakterler üzerinden “acıma duygusu” uyandırmaya varmadan derdini anlatabiliyor. Can’ın asker babasının etkisiyle otoriter bir aile ortamında büyümesi, diğer taraftan annesinin yargılamayan şefkati; Ahmet’in törelere bağlı ailesi, onu sürekli yeren annesi; Daniel’in ise biseksüel kimliğini ailesinden ve çevresinden saklamadan yaşayabilmesi… Tabi Daniel için de her şey güllük gülistanlık değildir. Afganistan’daki bir fotoğraf çekimi sırasında ölen çocuklardan kendisini sorumlu tutmaktadır. Şimdiyse Ahmet’i sevmiştir ve Afganistan’da koruyamadığı çocukların yerine Ahmet’i koruma içgüdüsüyle hareket etmektedir.

            Zenne, belki de birtakım klişelere saplanıp kalmamak için karakterlerinin memleketlerini, inançlarını, ailelerini, yaşayışlarını, kültürlerini farklı oluşturmuş. Farklı kültürlere sahip bu üç arkadaşın tek ortak noktaları “öteki” olmalarıdır. Toplumun dışında olmak onların, birbirlerini, kalabalıkların içinde fark etmelerine; kültürlerinin farklılığına; hatta bu farklılığın üzerinde durmamalarına rağmen yine de ortak bir çözüm bulmaya itmiştir. Farklı anlayışlarına rağmen birbirleri için bir şeyler yapmayı denemeleri onların ortak noktalarıdır. Daniel’e göre Ahmet her şeyi açıkça ailesine söylemelidir: “Dürüst ol. Kabul ederlerse ederler, etmezlerse arkanı dönüp gidersin” der; ancak Ahmet’in dürüstlüğü, hayatına mal olacaktır.

            Filmdeki kilit nokta, hikâyenin de üzerine kurulduğu konu; askerlik. Eşcinsellerin askerlikten muaf tutulması için gerekli belge ve kanıtların insanlık dışı, kişinin özel hayatının mahremiyetini ihlal eden, tercihlerine saygısızlık gösteren ve tercihinden dolayı toplumdan dışlanan bir uygulama olduğu vurgulanmaktadır. Can’ın dış görünüşü, Ahmet’in, onun askerlikten muaf tutulacağına kendisinin ise kesin gideceğine dair bir düşünceye sebep olsa da sonuç farklı olacaktır.

            Filmin en homofobik görünen kişisi, Can’ın yanında kaldığı teyzesinin sevgilisidir. Filmin sonuna doğru da gördüğümüz gibi dış görünüşten yargıya varmamayı bir kez daha öğreniriz ki aslında filmin en naif ve ancak “masal olsaydı böyle olurdu” kısmındaki kahramanı olabilecek kişisidir.

            Zenne görsel olarak sinema tarihine adını geçiremese de derdini “diğer”lerine saldırmadan anlatabilmektedir.