1 Mart 2014 Cumartesi

Bu Ülkeden Küçük Bir Kadın Geçti

Öncelikle yazımı okumadan önce uyarmak isterim. Bu, Kurt Seyt ve Shura romanına ait bir yazıdır. Romanı okumadan ya da yeni başlayacak diziyi izlemeden önce konu hakkında fikir sahibi olmak istemeyenler için okunması uygun olmayabilir.


Geçen gece benim için oldukça zor bir geceydi. Fransa’ya giden gemiye bindirip uğurladığım yolcum, bende derin bir hüzün bıraktı. Gece boyunca, o küçük kadının anılarından kopup yeni bir dünyaya açılışında, onu orada, tüm vakur duruşuna rağmen titreyen yüreği ile yapayalnız bırakışımıza içerledim. Bu satırları yazabilmek için duygularımın biraz da olsa sakinlemesi gerekiyordu.

Rusya’nın… St. Petersburg’un o muhteşem, görkemli yapıları içerisinde, varlıklı, eğitimli, asil ve bilgili insanlar arasında, Kırım Türkü genç bir asker (Kurt Seyit  Mehmet Eminof) ve Rus bir genç kızın (Alexandra Julianova Verjenskaya) unutulmayacak aşk hikâyesiyle başlayan Kurt Seyt ve Shura, bu iki genci bekleyen göç, savaş, ihtilal, acı, hüzün, keder, ayrılık, tutku ve kıskançlıklarla çevrili olaylar zinciri içerisinde ilerliyor. 1900’lerin Rusyası’nda bu iki gencin aşkıyla savrulmaya başlıyoruz. Bense bu aşkta en çok Shura’nın yaşadıklarına hüzünlendim.

Kurt Seyt’e ilk, Shura’ya Tatiana’nın evinde “Sana söz veremem” dediğinde içerlemiştim. Sonra onun asker olması ve cepheye gidecek olmasından dolayı durumuna hak vermiştim; ancak onun tek söz veremeyişi bundan değildi. Alışmış olduğu yaşam tarzı, bir askerin bir türlü yerleşik yaşama geçememesindeki o bağlanamayış ve o bağlanamayışın devamında tek kadına bağlı olamamak da vardı. Ve bu bağlanamayış Bolşeviklerden kaçtıkları zaman, Seyit’in Celil’in de kendisi gibi bir kaçak olmasından kaynaklı olsa gerek, Karadeniz’i onunla birlikte geçecek şekilde plan yapmaya başlayıp Tatiana ve Shura’yı Yalta’da bırakacağı zaman hala devam ediyordu. Seyit, her ne kadar Shura’nın Yalta’da kalmasının güvenli olacağını düşündüğü için bunu yapıyorduysa da daha birkaç ay önce babasının onunla sırf aşktan yana tercihini kullandığı için görüşmeyi kesmesi, Seyit’i tamamen Shura’ya bağlayamıyor gibiydi. Ne de olsa genç adam, babasının daha çok küçükken en güvendiği ve bu yüzden de eğitimine en önem verdiği evladıydı. Baba-oğul arasındaki bu bağ, Seyit’in aile geleneğine ilk karşı çıkışında zarar görmüştü. Seyit ve Celil’in, Seyit’in tek başına Yalta’dan ayrılacağı gecenin öncesinde Petro’nun yanına giderlerken Celil’in Tatiana’ya “Döneceğim, söz veriyorum” demesi üzerinden birkaç saat geçip iki gencin dönmediğini gören Shura, Seyit’in peşine düşerken Tatiana’nın, Shura’nın bütün ısrarlarına rağmen “Ben kalıyorum. Biliyorum Celil gelecek.” Demesi Tatiana ile Celil arasındaki bağın daha kuvvetli olduğunu düşündürtmüştü bana.

Shura ise, ilk gördüğü andan itibaren kapıldığı bu genç adama sorgusuz sualsiz bağlanmıştı. Daha en başından sonunun ne olacağını bilmediği bu macerada, kendi yoluna ne çıkarsa yaşamak için kendisine söz vermişti. O küçücük kız, bu sözün kendi yaşamına yön veren tek şey olabileceğini nereden bilebilirdi? Tatiana’nın evinde ilk kez birbirlerine ait oldukları o günden sonra uzun bir süre Seyit’ten pek haber alamamıştı. Çıkan ihtilalin ardından Yalta’ya gitmek için yola çıkan Celil, Tatiana ve Seyit, Seyit’in Shura’yı da bulduktan sonra gitmek istemesiyle istikamet değiştiren bir yolculuğa dönüştü. Sonunda birbirlerini bulan Seyit ve Shura, Celil ve Tatiana ile birlikte Yalta’ya gittiler. Shura bu yolculukta tüm ailesinden ve anılarından yine sorgusuz uzaklaştı. Yalta’da, Bolşevikler’in kendilerine iyice yaklaştıklarını öğrendikleri günlerde, bu insanlar arasında, ne dillerinden ne de yaşananlardan bir şey anlamayan küçük Shura, yine kendisini hayatın akışı içerisine bıraktı ta ki Seyit’in Karadeniz’i geçeceğini öğrendiği ana dek…

Shura, Seyit’i ikinci kez bulduktan sonra onu asla bırakmadı. Seyit’in onu yanlış anlayıp da hiç vakit kaybetmeden öfkesini başka bir bedende dindirdiğini öğrendikten sonra bile Seyit’ten vazgeçmedi. Bir kadının, dışarıdan, bir erkeğe güçlü bir karakter izlenimini bıraktığı anlarda bile aslında içinde kopan fırtınaları dindirmeye çalışan savunmasızlığını ve aslında onu hiç bırakmayacak yalnızlığını kimseyle paylaşamadığını anladığı o anlardan biri Shura’nın da ruhunu yakalamıştı artık. Shura, onu bu denli yaralayan erkeğin, ancak kendisinin de aynı duruma maruz kalacağında kendi duygularını anlayabileceğinin de farkına varmış olgun bir genç kadındı da aynı zamanda.

İki gencin aralarına başkalarını da aldıkları andan itibaren hayatları daha karmaşık bir hal aldı. Şunu hep merak edeceğim: Seyit, evlenmek isteyip de neden Shura ile evlenmedi? Acaba Shura, başka bir erkeği hayatına almasaydı hep Seyit’in olsaydı, Seyit, Shura ile hiç ayrılmaz mıydı? Ya da Seyit ailesinin anılarına, babasına saygısından mı Shura ile evlenmedi? Ya da hepsi birlikte tek bir sebep miydi? Yani bilinçaltında, babasına vefasından Shura ile evlenmeyişinin sebebini, aralarına başka insanlar girmiş olması ile mi süsledi? Neden Seyit?

Seyit, sen daha 12 yaşında ayrıldığın Aluşta’daki evinden çocukluğunu bırakarak çıktın. Yeni hayatına başlarken babanla yaptığın o iki günlük konuşmada birden genç bir adam olmak zorunda kaldın. Diğerlerine göstermediğin çocukluğunda, annesini özleyip gözlerine dolan yaşları bırakamayan küçük bir genç adam vardı. Oysa yalnızlığın seni, Shura’nın olduğu zamanlar hariç, hiç bırakmadı. Yine de Seyit… Sen bana göre hep çocuk kaldın. Shura’nın seni aldattığını düşünüp fevri karar verişinde, Shura’yı kırıp gönlünü almak için hep ondan bir adım bekleyişinde, senin için sorgusuz bir hayata atılan o kadının yerine başkasını eşin yapışında ve en sonunda onu terk edişinde, olgunlaşamamış bir erkek gibi davrandın.

Ahh Shura, ne kadar güzel ve özel bir kadındın… Hayatını sadece aşka ve tek bir erkeğe adadın. O güçlü yüreğin ne kadar da kırılgandı. Aileni bulmanın sevinci ile koştuğun erkeğinin ilk boş kaldığında seni aldattığını anladığın o an… Açıklama bekleyip de alamadığın o saatler, günler… Sonra Fransız bir denizci ile Seyit’in gözlerine aşkla bakarak çıkıp gittiğin o an… Acaba o adamdan gerçekten hoşlanmış mıydın? Seyit’e “… Ama, inan, bunu programlı yapmadım. Her şey kendiliğinden oldu.” dediğinde gerçekten öyle mi olmuştu? Bunu anlattıktan sonra kendini hıçkırıklarına bırakışına bakılırsa… Ahh Shura ne kadar da yalnızdın ve bunun ne kadar da farkındaydın…

Hayatına bir yön, düzen vermek istemene rağmen bunu birlikte olduğun erkeğe söylemeyecek, onun anlamasını bekleyecek bir gurura, sabıra ve olgunluğa sahiptin. Tüm aileni, geçmişini, hatıralarına bırakıp bir balıkçı teknesinde çıktığın yolculuktan sonra aynı sularda bir başka yöne yeniden, belki isteksizce; ama yine aynı güçlü duruşla yola çıktın. Tekneye kendi iradenle binmiştin; ama ya o yolcu gemisine…? Kalbini verdiğin erkek, onu ne derece kollayabilmişti? O kalp ne denli aşkla doluydu ki onu kollayabilmesi bir o kadar da güçtü...

Seyit’le tanıştığında küçücük bir kızdın; ama ne zamanki o balıkçı teknesinde Seyit’in yanında yerini aldın işte o zaman hikâyen başlamıştı. Ve sen Shura, seçtiğin yolda, çoğu kadının senin yerinde olmak istedikleri halde senin seçimlerini yapamayacak cesarette olmadıkları için her zaman kıskandıkları bir kadın olacaksın… 

Seni asla unutmayacağım Shuruçka…