The Witch,
Ortaçağ halk hikayelerinden yola çıkarak hazırlanmış bir film. Bunun için
detaylı bir araştırma süreci başlatılmış ve filmin hikayesi ortaya çıkmış. Özellikle
din, Hıristiyanlık, cadılık gibi temel temalar üzerinden ilerleyen The Witch, 17. yüzyılda İngiltere’de
yaşayan William (Ralph Ineson) ve Katherine (Kate Dickie)’in beş çocuğu
ile yaşadıkları kasabadan ayrılarak ormanın kıyısında kendilerine bir çiftlik
kurmaları ile başlar. En küçük çocuk, henüz bebek olan Sam’in kaybolması ile hikaye gelişir.
Buradan
sonra spoiler içerir, izlemeden önce okumak istemeyebilirsin.
Aile,
dini inançlarına sıkı sıkıya bağlıdır. Özellikle Katherine için din ve ritüeller önemlidir. Çocuklarına da dini
eğitimi aşılayan ailede çocukların ne durumda olduğu ise, tartışmalı bir hale
gelir. En büyük çocuk Thomasin (Anya
Taylor Joy), birtakım sesler duyar ve garip olaylara tanık olur. Caleb (Harvey Scrimshaw) ise, ablasının
gelişen vücuduna karşı pek de kayıtsız değildir. Küçük ikizler ise, sürekli
eğlence peşinde keçileri ile oynamaktadır.
Ailenin
dini kurallara sıkı sıkıya bağlı olması, çocukların üzerinde gördüğümüz kadarı
ile yozlaşmaya sebep olmaktadır. Özellikle Katharine,
yaşanan her olayı inanca, inancın zayıflığına bağlar. Sürekli Thomasin’i cadılıkla suçlar ve
olanlardan onu sorumlu tutar.
Kurdukları
çiftlikte ekilenler ürün vermez, hayvanlar süt ve yumurta vermez ve gelecek
olan kışta kıtlık çekmekten korkmaya başlarlar. Sam’i ararken de Caleb ve
diğer çocuklar da ölümü tadıyor. Sam’i
kaybolduktan sonra kaçırıldığı yerde görüyoruz. Sahne karararak geçiş oluyor,
sanki bir sünnet gibi… Ancak bundan tam emin değilim. Daha sonra orman içindeki
aynı evde Caleb, cinsellikle
kandırılıyor. Daha sonra ağzından çıkan elma, onun yasak meyve ile tanıştığını
gösterir. İkizlerin bir anda duadan uzaklaşmaları, çocuk zihninin çabuk
etkilenişi olabilir.
Thomasin
ise, annesinin iftirasından kurtulmak için babasına yalvarırken ikizleri suçlar
ve tüm gün keçi ile vakit geçirdiklerini söyler. Keçi ise, Ortaçağ’da şeytanın
vücut bulmuş hali olarak tanımlanmıştır. Afişten de görüleceği üzere ve filmin sonunda
da keçinin ayağını Thomasin’in
omuzunda görürüz. Asıl unutulmaması gereken de şeytanın, her şekle
girebileceğidir.
Film,
genel anlamda aşırılıkların hepsinde olduğu gibi dinde de fazlasının hem kendisini
hem de çevresindekileri koruyacaklarını sandıklarının aksine yoldan çıkarmakta
daha etkili olduğunu gösteriyor. Ellerindeki tek dayanak olan inanç, onların
dağılmalarına sebep oluyor; çünkü en büyük zaafları, onların kaybını
hazırlıyor.
Film
görsel anlamda tatmin edici; ancak sürekli olarak tekrarlanan “Klişelerden
uzak, efektlere ihtiyaç duymadan sizi tedirgin edecek bir film” etiketini de
anlayamadım. Türü sevmeme rağmen film beni tatmin etmedi. Dini motiflerin
işlendiği birçok korku ve gerilim filmi var. Açıkçası çok derinlikli bir din
teması işlendiğini göremedim. Hepsi de gözümüze sokulan bilindik temalardı.
Açıkçası ormanın kıyısında yer alan yerleşim, bana 2004 yapımı M. Night Shyamalan’ın The Village (Köy)’ını hatırlattı. Ondaki gerilim dozunun The Witch’ten daha yüksek olduğunu
düşünüyorum.
Bu
arada filmde arada bir verilen Ta Ta tammm… şeklindeki yüksek sesli müzik de
bende iticilik uyandırdı. Keçinin sondaki insan sesi, tüm gizemi bitirdi ve
neden erkek sesi kullandığını da anlayamadım. Yönetmen Robert Eggers, “Sürekli kadınlar, cadı ve şeytan olarak tanımlanıyor,
bu riske girmeyeyim.” diye mi düşündü acaba?
Yönetmenin
ilk filmi olması ile de yine de başarılı denebilir. Eminim ki yönetmen bize
ileride daha iyi filmler sunacaktır. Acaba araştırmalarında bulduğu Ortaçağ
halk hikayelerinde daha ne malzemeler vardı, diye merak ediyorum. Keşke daha
derinlikli bir film yapabilseymiş de hepimizin kültüründe olan şeytan
temasından benim de gerilmemi sağlayabilseymiş.