Öncelikle
yazımı okumadan önce uyarmak isterim. Bu, Kurt Seyt ve Shura romanına ait bir
yazıdır. Romanı okumadan ya da yeni başlayacak diziyi izlemeden önce konu
hakkında fikir sahibi olmak istemeyenler için okunması uygun olmayabilir.
Geçen
gece benim için oldukça zor bir geceydi. Fransa’ya giden gemiye bindirip
uğurladığım yolcum, bende derin bir hüzün bıraktı. Gece boyunca, o küçük
kadının anılarından kopup yeni bir dünyaya açılışında, onu orada, tüm vakur
duruşuna rağmen titreyen yüreği ile yapayalnız bırakışımıza içerledim. Bu
satırları yazabilmek için duygularımın biraz da olsa sakinlemesi gerekiyordu.
Rusya’nın…
St. Petersburg’un o muhteşem, görkemli yapıları içerisinde, varlıklı, eğitimli,
asil ve bilgili insanlar arasında, Kırım Türkü genç bir asker (Kurt Seyit Mehmet Eminof) ve Rus bir genç kızın (Alexandra
Julianova Verjenskaya) unutulmayacak aşk hikâyesiyle başlayan Kurt Seyt ve
Shura, bu iki genci bekleyen göç, savaş, ihtilal, acı, hüzün, keder, ayrılık,
tutku ve kıskançlıklarla çevrili olaylar zinciri içerisinde ilerliyor. 1900’lerin
Rusyası’nda bu iki gencin aşkıyla savrulmaya başlıyoruz. Bense bu aşkta en çok
Shura’nın yaşadıklarına hüzünlendim.
Kurt
Seyt’e ilk, Shura’ya Tatiana’nın evinde “Sana söz veremem” dediğinde
içerlemiştim. Sonra onun asker olması ve cepheye gidecek olmasından dolayı
durumuna hak vermiştim; ancak onun tek söz veremeyişi bundan değildi. Alışmış
olduğu yaşam tarzı, bir askerin bir türlü yerleşik yaşama geçememesindeki o
bağlanamayış ve o bağlanamayışın devamında tek kadına bağlı olamamak da vardı.
Ve bu bağlanamayış Bolşeviklerden kaçtıkları zaman, Seyit’in Celil’in de
kendisi gibi bir kaçak olmasından kaynaklı olsa gerek, Karadeniz’i onunla
birlikte geçecek şekilde plan yapmaya başlayıp Tatiana ve Shura’yı Yalta’da
bırakacağı zaman hala devam ediyordu. Seyit, her ne kadar Shura’nın Yalta’da
kalmasının güvenli olacağını düşündüğü için bunu yapıyorduysa da daha birkaç ay
önce babasının onunla sırf aşktan yana tercihini kullandığı için görüşmeyi
kesmesi, Seyit’i tamamen Shura’ya bağlayamıyor gibiydi. Ne de olsa genç adam,
babasının daha çok küçükken en güvendiği ve bu yüzden de eğitimine en önem
verdiği evladıydı. Baba-oğul arasındaki bu bağ, Seyit’in aile geleneğine ilk
karşı çıkışında zarar görmüştü. Seyit ve Celil’in, Seyit’in tek başına
Yalta’dan ayrılacağı gecenin öncesinde Petro’nun yanına giderlerken Celil’in
Tatiana’ya “Döneceğim, söz veriyorum” demesi üzerinden birkaç saat geçip iki
gencin dönmediğini gören Shura, Seyit’in peşine düşerken Tatiana’nın, Shura’nın
bütün ısrarlarına rağmen “Ben kalıyorum. Biliyorum Celil gelecek.” Demesi
Tatiana ile Celil arasındaki bağın daha kuvvetli olduğunu düşündürtmüştü bana.
Shura
ise, ilk gördüğü andan itibaren kapıldığı bu genç adama sorgusuz sualsiz
bağlanmıştı. Daha en başından sonunun ne olacağını bilmediği bu macerada, kendi
yoluna ne çıkarsa yaşamak için kendisine söz vermişti. O küçücük kız, bu sözün
kendi yaşamına yön veren tek şey olabileceğini nereden bilebilirdi? Tatiana’nın
evinde ilk kez birbirlerine ait oldukları o günden sonra uzun bir süre
Seyit’ten pek haber alamamıştı. Çıkan ihtilalin ardından Yalta’ya gitmek için
yola çıkan Celil, Tatiana ve Seyit, Seyit’in Shura’yı da bulduktan sonra gitmek
istemesiyle istikamet değiştiren bir yolculuğa dönüştü. Sonunda birbirlerini
bulan Seyit ve Shura, Celil ve Tatiana ile birlikte Yalta’ya gittiler. Shura bu
yolculukta tüm ailesinden ve anılarından yine sorgusuz uzaklaştı. Yalta’da,
Bolşevikler’in kendilerine iyice yaklaştıklarını öğrendikleri günlerde, bu
insanlar arasında, ne dillerinden ne de yaşananlardan bir şey anlamayan küçük
Shura, yine kendisini hayatın akışı içerisine bıraktı ta ki Seyit’in
Karadeniz’i geçeceğini öğrendiği ana dek…
Shura,
Seyit’i ikinci kez bulduktan sonra onu asla bırakmadı. Seyit’in onu yanlış anlayıp
da hiç vakit kaybetmeden öfkesini başka bir bedende dindirdiğini öğrendikten
sonra bile Seyit’ten vazgeçmedi. Bir kadının, dışarıdan, bir erkeğe güçlü bir
karakter izlenimini bıraktığı anlarda bile aslında içinde kopan fırtınaları
dindirmeye çalışan savunmasızlığını ve aslında onu hiç bırakmayacak
yalnızlığını kimseyle paylaşamadığını anladığı o anlardan biri Shura’nın da
ruhunu yakalamıştı artık. Shura, onu bu denli yaralayan erkeğin, ancak
kendisinin de aynı duruma maruz kalacağında kendi duygularını anlayabileceğinin
de farkına varmış olgun bir genç kadındı da aynı zamanda.
İki
gencin aralarına başkalarını da aldıkları andan itibaren hayatları daha
karmaşık bir hal aldı. Şunu hep merak edeceğim: Seyit, evlenmek isteyip de
neden Shura ile evlenmedi? Acaba Shura, başka bir erkeği hayatına almasaydı hep
Seyit’in olsaydı, Seyit, Shura ile hiç ayrılmaz mıydı? Ya da Seyit ailesinin
anılarına, babasına saygısından mı Shura ile evlenmedi? Ya da hepsi birlikte
tek bir sebep miydi? Yani bilinçaltında, babasına vefasından Shura ile
evlenmeyişinin sebebini, aralarına başka insanlar girmiş olması ile mi süsledi?
Neden Seyit?
Seyit,
sen daha 12 yaşında ayrıldığın Aluşta’daki evinden çocukluğunu bırakarak
çıktın. Yeni hayatına başlarken babanla yaptığın o iki günlük konuşmada birden
genç bir adam olmak zorunda kaldın. Diğerlerine göstermediğin çocukluğunda,
annesini özleyip gözlerine dolan yaşları bırakamayan küçük bir genç adam vardı.
Oysa yalnızlığın seni, Shura’nın olduğu zamanlar hariç, hiç bırakmadı. Yine de
Seyit… Sen bana göre hep çocuk kaldın. Shura’nın seni aldattığını düşünüp fevri
karar verişinde, Shura’yı kırıp gönlünü almak için hep ondan bir adım
bekleyişinde, senin için sorgusuz bir hayata atılan o kadının yerine başkasını
eşin yapışında ve en sonunda onu terk edişinde, olgunlaşamamış bir erkek gibi
davrandın.
Ahh
Shura, ne kadar güzel ve özel bir kadındın… Hayatını sadece aşka ve tek bir
erkeğe adadın. O güçlü yüreğin ne kadar da kırılgandı. Aileni bulmanın sevinci
ile koştuğun erkeğinin ilk boş kaldığında seni aldattığını anladığın o an…
Açıklama bekleyip de alamadığın o saatler, günler… Sonra Fransız bir denizci
ile Seyit’in gözlerine aşkla bakarak çıkıp gittiğin o an… Acaba o adamdan
gerçekten hoşlanmış mıydın? Seyit’e “… Ama, inan, bunu programlı yapmadım. Her
şey kendiliğinden oldu.” dediğinde gerçekten öyle mi olmuştu? Bunu anlattıktan
sonra kendini hıçkırıklarına bırakışına bakılırsa… Ahh Shura ne kadar da
yalnızdın ve bunun ne kadar da farkındaydın…
Hayatına
bir yön, düzen vermek istemene rağmen bunu birlikte olduğun erkeğe
söylemeyecek, onun anlamasını bekleyecek bir gurura, sabıra ve olgunluğa sahiptin.
Tüm aileni, geçmişini, hatıralarına bırakıp bir balıkçı teknesinde çıktığın
yolculuktan sonra aynı sularda bir başka yöne yeniden, belki isteksizce; ama
yine aynı güçlü duruşla yola çıktın. Tekneye kendi iradenle binmiştin; ama ya o
yolcu gemisine…? Kalbini verdiğin erkek, onu ne derece kollayabilmişti? O kalp
ne denli aşkla doluydu ki onu kollayabilmesi bir o kadar da güçtü...
Seyit’le
tanıştığında küçücük bir kızdın; ama ne zamanki o balıkçı teknesinde Seyit’in
yanında yerini aldın işte o zaman hikâyen başlamıştı. Ve sen Shura, seçtiğin
yolda, çoğu kadının senin yerinde olmak istedikleri halde senin seçimlerini
yapamayacak cesarette olmadıkları için her zaman kıskandıkları bir kadın olacaksın…
Seni
asla unutmayacağım Shuruçka…
bu diziyi bitirdiler çok üzüldüm, 10 numara diziydi, ilk bölümünü izlediğimde Dr. Jivago'yu izliyorum sandım o kadar özenerek, emekle çekilmişti, sahneler, kostümler, dekor, oyuncular her şey dört dörtlüktü ama Türk seyirciye 2 beden büyük geldi:( aslında romana sadık kalmasalar ve sonunda Seyit ile Şura mutlu olsaydı daha iyi olurdu çünkü film izleyicisinin beklentisi farklıdır, film izleyicisi daima mutlu son bekler:) haksız mıyım?
YanıtlaSilAslında Türk geleneklerini düşündüğümüzde yine de doğru bir "mutlu son" çektiler:) Yani Türk kız Mürvet'le Seyit'in evlenmesi daha uygun görüldü.
SilKitaba çoğu açıdan bağlı kalınmadı; ancak temel hikaye, yani Şura'dan ayrılması, onun gitmesi ve Seyit'in Mürvet'le hayatına devam edecek olması sabit kaldı. Finali yine de masalsı bir mutlulukla bitirmişler. Oysa ki kitabı okuyanlar biliyor ki tam olarak Şura'nın unutulduğu, mutlu bir son yok.
İzlediğim çoğu dizilerden çok daha güzeldi.inanılmaz bir kadro inanılmaz senaryoydu.Farah Zeynep in oyunculuğuna bayıldım o kadar yaşayarak oynamış ki.şu an bile tüm bölümlerini indirdim en baştan tekrar büyük bir heyecenla izliyorum.
YanıtlaSilTüm oyuncuları ve yönetmeni tebrik ediyorum.
Diziyi baştan sona izledim diyemicem mürvetin oldugu bölümleri asla izlemedim. Şura nede güzel sevmiş nede çok sevmiş büyülendim yüregindeki aşkdan yüregindeki aşkdan diyorum çünkü seyit asla ve asla hak etmemiş bu aşkı başka biriyle evlenmekle en büyük ihaneti,saygısızlıgı yapmış.
YanıtlaSilHayat boyu izlemiş olduğum en etkileyici diziydi.Oyunculuklar muhteşemdi.Kitaplarini da okudum.Aylarca seyite ve şuraya üzüldüm,melankolik ve depresif günler yasadim..Hala bu iki ismi bi yerlerde gördükçe içim sızlar..
YanıtlaSil