27 Kasım 2011 Pazar

Dedemin İnsanları


            Mehmet Beyin İnsanları

            Dedemin İnsanları, Çağan Irmak’ın Babam ve Oğlum’unun yolundan giden bir film; ancak onun kadar ağlatmıyor!
            Babam ve Oğlum kadar ağlatmıyor; çünkü yönetmen, bu filminde duygusal sahnelerin süresini uzatmamış. Böyle bir sahne olduğunda kesmeleri sık kullanmış. İzleyiciyse ağlamaya devam etmekle yeni sahneyi izlemeye koyulmak arasında kararını kendi veriyor.
            Yine Ege, yine Ege’nin sıcak insanları, şiveleri, deyimleri… Çağan Irmak, Ege’yi, kendi hikâyelerini anlattığı filmlerinde (özellikle Ege insanıysanız) sizi, içinizdeki saklı kalmış, derinlerde sizin bile unuttuğunuz bir noktadan yakalıyor ki filmin içine girip Mehmet Bey ve Nadire (Sacide Taşaner)’nin torunu, Nurdan (Gökçe Bahadır)’ın oğlu/kızı oluveriyorsunuz. Bir de siz de Ege’ye başka kıyılardan gelmişseniz…
          Filmdeki usta oyuncuları ayrı tutuyorum ve beklentinin (daha önce sinemada görmediğimizden dolayı) üstünde bir oyunculuğu olan ve sonraki işleri de merakla beklenecek oyuncusunun Gökçe Bahadır olacağını düşünüyorum. Bana, Babam ve Oğlum’daki Hümeyra’nın canlandırdığı karakterin gençliğini anımsattı.
            Filmde, Mehmet Yavaş (Çetin Tekindor)’ın “arada kalmışlığı”nı izliyoruz. İki şehir, iki ırk… Geçmişe duyulan özlem değil de daha çok geçmişe karşı bir merak, orada olsaydık “ne olurdu”nun merakı… Oysa “burada” da arada yaşanan dışlanmışlıklara rağmen sevilen, saygı duyulan, çevreye uyum sağlamış bir insan.
            Genele göre deli, Mehmet Bey’e göreyse “aklı biraz değişik” olan Peruzat (Hümeyra) da geçmişiyle şimdi arasında yaşamanın başka bir göstergesi. Ozan da bu iki karakter gibi arada kalmış biri, bunu filmde de vakti gelince haykırarak söylüyor. Arada kalmışlık, yerleşik olamama, kendini bir yere, birilerine ait hissedememe duygusu bu üçünün ortak yönü ve hepsinde dışavurumu farklı şekilde veriliyor: Kiminin karşı kıyıya yolladığı şişeleri, kiminin metafor içeren resimleri, kiminin milliyetçi tutumu.
            Filmin metaforu da Ozan’a bu kavramı öğretmeye çalışan, Peruzat’ın kendisi aslında. Arada kalmışlığın, ait olamamanın somut bir örneği… Hayattan tamamen kopuk, takılı kaldığı yere ait olan, belki de hiç gelmeyecek birini bekleyen.  
            Mehmet Bey’in tüm ötekilere karşı anlayışlı bir tutumu var. İçinde yaşadığı toplumdaki herkesin onun için birbirinden farkı yok: “Öyle demeyin, o da bizim bir insanımız”.
            “Geç iş kurdum, geç evlendim, geç yuvamı kurdum; ama erken yaşlandım” diyor bir akşam yemeğinde. Şükrediyor yuvasındaki mutluluğuna. Gerçekten de ailesiyle, dostlarıyla, işinde mutlu bir adam Mehmet Bey. Erken yaşlılığıysa içindeki kırgınlığından, doğduğu topraklara birkaç kez gitme teşebbüsünün göçüp ekmeğini kazandığı, ailesini kurduğu bu memleket yüzünden bir türlü gerçekleşememiş olması. Oysa o bu memleketin kendisine verdiklerine minnettar; ancak mübadele kararıyla yuvasından olması, tekrar ziyarete bile gidememesi, göç yolundaki acı kaybı kalbinde tamiri olmayan bir yara.
            Sonunda Ozan’ın büyüyüp de onun yapamadığını yaptığında dediği gibi Mehmet Bey “istese yapar” mıydı? Mehmet Bey’in içini, o hassas yaşantısını kurcalamak istemem; özünde bilerek gitmemiş bile olsa vardır bir bildiği. İnsan bazen geri dönmeyi o kadar çok ister ki geri dönmekten korkar.
            Onurlu yaşamı içinde herkesin derdine çare bulabilmiştir de bir kendisine çare bulamamıştır Mehmet Bey. O kadar da kibardır ki özür dileyerek gider.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder