12 Mayıs 2017 Cuma

Norma ya da Norman




Dikkat! Eğer 5. sezonu izlemediysen yazıyı okumak istemeyebilirsin! 

2013’te Universal Television tarafından A&E’de yayınlanmak üzere hazırlanan Bates Motel, izleyici oranlarının tatmini doğrultusunda ikinci sezonda da devam edeceğini açıklamıştı. O günden bugüne ülkemizde popüler hale gelmese de Alfred Hitchcock sineması hayranları tarafından ilgiyle takip edilen bir diziye dönüşmüştü. Özellikle Psycho (Sapık)’da geçen hikâyenin öncesinde yaşananları konu edilen Bates Motel, Norman’ın, nasıl o hale geldiğini, merak edenler için etkileyici bir seyirlik sundu. Beşinci sezonu ile geçtiğimiz hafta biterek bir anlamda Pyscho ile ilgili tüm merak ettiklerimizi, karakterlerin geçmişini ve geleceğini bize göstererek hikâyeyi sonlandırmaya çalıştı. Norma Louise Bates’i canlandıran Vera Farmiga ve Norman Bates’i canlandıran Freddie Highmore rollerinin hakkını fazlasıyla vererek gönüllerimize taht kurmuş, bize etkileyici bir “Norman Bates’i Anlama” eseri bırakarak aramızdan ayrılmışlardır.

İlk sezon, Norma ve Norman Bates’in doğrudan Bates Motel’e yerleşmelerini görüyoruz. Kasabanın şerifi Alex Romero (Nestor Carbonell), kasabanın güzel ve sevimli kızı, aynı zamanda Norman’ın okul arkadaşı Emma (Olivia Cooke), Norman’ın abisi Dylan (Max Thieriot)’ı da tanımaya başlıyoruz. Bates’ler neden White Pine Bay’e taşınıyorlar, Norma neden oğlunun adını Norman koymuş gibi bazı konuları öğreniyoruz; ancak daha sonra taşınma nedenlerinin asıl nedenini öğreneceğiz. Temel olarak yeni bir hayat kurmak istiyorlar ve Norma, her ne kadar kendi ismine yakın bir isim olduğunu düşündüğü Norman ismini oğluna koymuş olsa da hayattaki amacı normal insanlar gibi yaşamayı sürdürebilmektir (Norma ve Norman ismi Türkçe’de “normal” karşılığındaki İngilizce’deki “normal, normaly” kelimelerinden gelmektedir). Bunun için Norma kasabadaki insanlarla ilişki kurmaya çalışır; ancak Norman da aynı şekilde yaşıtları ile arkadaşlık etmeye başladığında Norma onu koruma amacıyla ikazlarını sıklaştırır. İkazlar, dışarı çıkmayı yasaklamaya kadar gittiğinde, Norman da annesinin davranışlarını tenkit etmeye başlar. Norma ve Norman’ın dış dünya ile ilişkileri, aralarındaki çatışma yüzünden de sekteye uğrar. Norma, Norman’ın evde zaman geçirmesi için daha çok evde kalmaya başlar. Ayrıca kasabada, bilmediği bir düzen sürmektedir ve bu topluluğun içine dahil olabilmek için yollar ararken, tabi en önemlisi Norman’ı da korumaya çalışırken bir çeşit yasal ve ahlaki olmayan yollara girer. Böylece seyirci de Norman’ın hayatına dahil olmaya başlar.
Her şey “iyi”den ortaya çıkar. Norma oğlu ve kendisi için normal insanların yaşadığı gibi normal bir hayat kurmak ister. Bunun karşılığı da iyi bir yaşamdır. Yeni bir ev, yeni bir iş, yeni dostlar ile idealini gerçekleştirmeye çalışır. Tabi ki bu kadar fazla normal olmaya çalışmasının altında Norman’ın daha önce yaşadıkları yerde babasını öldürmesi yatar. Daha da önemlisi Norman, babasının nasıl öldüğünü hatırlamaz. Bunu fark eden Norma ise, yine Norman’ı korumak için kendi hikâyesini uydurur ve bunun bir kaza ile olduğunu anlatır. Taşınma sebebi de Norman’ın polis tarafından yakalanması, ceza alabilecek olması ve aynı yerde yaşarlarsa Norman’ın olanları hatırlayabileceği korkusudur. Bir tarafta koruyucu bir anne figürü, diğer tarafta ise bilinç kayıpları yaşayan bir oğul. Bir annenin oğlunu koruma içgüdüsü olağan bir durumdur; ancak Norman’ı korumak amacıyla bir diğer oğlu Dylan’ı dışladığını görürüz. Böylece zihnimizde anlamlandıramadığımız bir durum ortaya çıkar: “Bu kadar koruyucu bir anne diğer oğlunu neden dışlamaktadır?” Dylan’ın da gelme sebebi biraz da bunu öğrenmektir. Onun gelmesi ve konuyu deşmesi ile de Norma’nın gençliğe adım attığı dönemlerdeki trajik hikâyesini öğrenmiş oluruz: Dylan’ın babası ilk kocası değil, abisidir. Norma’nın Dylan’ı dışlama sebebi, onu her gördüğünde trajik geçmişini de hatırlıyor, oluşudur.

Tüm olanları daha ilk bölümlerde fark etmeseydik sarışın ve mavi gözlü güzel bir kadın, oğlu için tüm fedakârlıkları yapmaya çalışan bir anne; kumral, ela gözlere sahip hoş bir çocuk; daha sonra onların yanına gelen yakışıklı, sarışın bir abi. Buraya kadar her şey Norma’nın istediği gibi “normal”. Norma, Dylan’ın geçmişinde olanlar hakkında bir suçu olmadığını kabul ederek onun kendileri ile yaşamasını kabul eder. Onun için bir oda hazırlar ve aile olmak için çaba gösterir. Hatta zamanla Dylan da gerçekleri öğrenir ve babasıyla tanışır. Koruma içgüdüsünün yarattığı tecrit, zamanla Norma ve Norman’ı yalnız bırakır. Kasaba sakinleriyle iletişim kurulamaz. Birtakım olaylar yüzünden şerifle aralarında sorunlar oluşur. Dylan da zamanla ikisinin arasına giremediğini, yaşadıklarının “normal” olmadığını düşünerek evi terk eder. Öyle ki Norma, Norman’ı korumak için onun evde daha iyi eğitim göreceğini düşünerek onu okuldan alır.
Anne – Oğul İlişkisi
Norma’nın iyi bir anne olma ve her şeyden önce Norman’ın mutluluğu için uğraşma çabası, kendisini yok etmeye başlar. Norman’ın ise var olmasının önünde engel oluşturur. Burada anne – oğul ilişkisinde dengenin yok olduğuna tanık olmaya başlarız. Pyscho’daki Oedipus kompleksi, oğulun anne ve babayı birlikte olurken görmesi (Şerif’in evinde geçen konuşmada eşi söyler) gibi detaylar dizide yer almaz. Yani anne ve babanın birlikte olmasından çok babanın, anne üzerinde uyguladığı şiddet yüzünden babaya karşı bir öfke, anneyi koruma güdüsü görülür. Oedipus kompleksine dizideki örnek ise anne – oğul ilişkisindeki dengenin yok olması ile Norma ve Norman’ın birlikte uyumaları, Norman’ın annesinin başka erkekler ile görüşmesini istememesi, Norman’ın kız arkadaşlarının ise bir şekilde akıbetlerinin ölümle sonuçlanması olarak sayılabilir. Norman, annesi üzerindeki kıskançlığının, aynı şekilde annesi tarafından da kendisine uygulandığına yönelik bir sapmaya sahiptir ve bilinç kayıplarında annesinin baskısı ile cinayetler işlemeye başlar. Cinayet sırasında artık kendisi değil annesi olur. Burada tüm suçu Norman’a yükleyemeyiz tabi; zira Norman’ın aralarındaki dengeyi koruyamaması Norma’nın aşırı koruyucu bir anne olmasından da kaynaklanır. İkili arasındaki ilişkide dizi, filmdeki Norman’ı tanımamızı sağlarken Norma’nın da yaşadığı dönemde nasıl bir anne olduğunu görmemizi sağlar. Filmde anneye karşı bir suçlama oluşurken dizide tanıdığımız anneye karşı sempati duyarız. O, oğlunu tüm kötülüklerden korumak isteyen bir annedir. Tıpkı çoğu anne gibi.
Bates Motel, garip ilişkileri olan bu anne – oğulun işledikleri tüm suçlara rağmen sevmemizi sağlar. Aslında onlar iyi bir hayat sürmek isterler; ama diğer insanlar onlara engel çıkarır. Evet, zamanla biz de Norma gibi oluruz: İnsanların, onların hayatına müdahale ederek iyi yaşamalarını engellediğini düşünürüz. Bu durum aslında onların toplumsal alana dahil olamamalarından kaynaklanır. Aşırı koruyucu ve kıskanç olmaları, dışarıda diğerlerine karşı agresif bir tutum sergilemelerine yol açar. Sadece iyi yaşamak isterken zaman zaman ciddi kötülükler ile de karşılaşırlar; çünkü White Pine Bay, göründüğü gibi sadece küçük ve sevimli bir kasaba değildir. Birtakım yasadışı işler, masum yaşayışı yok eder.
Beklenen Duş Sahnesi
Bates Motel’in yayınlanma haberi geldiği andan itibaren merak ettiğimiz konu meşhur duş sahnesinin nasıl çekileceğiydi. Hikâye şekillenmeye başladıkça bizi nasıl bir son bekliyordu acaba?
5. sezonun final sezonu olduğunun haberi gelir gelmez Pyscho’nun Marion Crane (Janet Leigh)’ini kimin oynayacağı tartışılmaya başlandı ve rol için Rihanna’da karar kılındı. Final bölümünün duş sahnesi ile bitirileceğini düşünüyordum; ama yanılmışım. Marion, dizinin beşinci bölümünün ilk dakikalarında görünür (Aslında sezonun ilk bölümünde de Sam ile gelirler; ama kadının kim olduğunu görmeyiz). Pyscho’daki ilk sahne, yatak sahnesi ile Marion’un hikâyesi başlar. Filmdeki parayı çalıp kaçışına kadar her şey tekdüze ilerler. Sam ile birbirlerinden ayrılamayışları, Sam’in borcu,  Marion’un evlilik isteği, işyerine geç kalışı, migreni, müşterinin Marion’a asılışı gibi olaylar alıştığımız şekliyle ilerler. Bu defa işyeri daha büyüktür ve Marion daha davetkârdır. Buraya kadar olan kısımda her şeyin aynı işleyiş ile devam edeceğini sanıyoruz. Daha sonra Marion parayı alıp yola çıktığında, yolda uyumaz. Polisin de peşine takıldığını görmüyoruz. Her şey normal bir şekilde ilerler. Günümüz teknolojisi sebebi ile telefonla Sam’e ulaşmaya çalışır. Konuşamadığında mesaj bırakır vs.
Yağmur başlar ve Marion, Sam’in de yaşadığı White Pine Bay’e gelir. Daha önce de (birinci bölümde) gelmiş olduğu Bates Motel’e giriş yapar. Norman ile karşılaşmaları, otele kayıt yaptırması da filmdeki gibidir; ancak dürüsttür ve daha önce geldiğini söyler. Ayrıca filmdeki Marion’a göre dizideki Marion daha rahattır. Hırsızlık yapmıştır; ancak bunu ihtiyacı olduğu, daha da önemlisi sevgilisi Sam’in borcunu ödeyip onunla yeni bir hayata başlayabilmek için parayı almıştır. Filmdeki gibi açtır; Norman, tepside sandviç ve içecek hazırlayıp otelin müdürlüğünde ikram eder. Dondurulmuş hayvanlar üzerine olan sohbetlerinde filmde Norman, kuşları tasnif ettiğini ve başka bir hayvanı, mesela bir köpeği tasnif edemeyeceğini söyler. Oysaki dizinin daha ilk sezonunda gördüğümüz üzere Norman’ın ilk tasnif ettiği hayvan köpektir. Beşinci sezonun ilk bölümünde de aynı köpeğin onu yatağında uyandırması ile sezona başlarız. Buradan da anlaşıldığı üzere Bates Motel, hikâyedeki bazı detayları farklılaştırmaya başlar.

Norman’ın, odasına yerleşen Marion’u dikizlemesi, ona yemek hazırlarken annesi ile tartışması gibi sahneler benzerlik göstermekle birlikte dikizleme sırasında müdüriyetin duvarında yer alan tablo film ile farklılık gösteriyor. Pyscho’da duvardaki deliği kapatan tablo bir genç kızı birlikte olmak için tehdit eden yaşlı adamların resmedilişidir. Bates Motel’deki tablo ise farklıdır; doğanın resmedildiği bir tablodur. Aslında dizi küçük ayrıntıları değiştirerek diziyi de bir bakıma film üzerinden okumamızı engeller. Örneğin; Marion’u Sam ile yatakta gördüğümüz sahnede, sahne Sam’in Marion’un elbisesinin fermuarını çekerken “Bundan hiç hoşlanmıyorum.” demesi ile başlar. Pyscho’da ise açılış sahnesi olan yatak sahnesinde Marion’un üzerinde beyaz sutyen vardır, daha sonra Bates Motel’de ise üzerinde siyah sutyen bulunur. Filmin okumalarında beyaz sutyen baştaki Marion’un saflığı ve temizliği; ancak siyah sutyen ise parayı çaldıktan, yani bir suç işledikten sonraki Marion’un kirlenişi olarak geçer. Tabi burada filmin siyah beyaz olmasını da göz ardı etmemek gerekir. Filmde Marion’un çıplak olup olmaması da konu edinilir; çünkü yatakta sevişen iki aşık vardır ve yarı giyinik olmaları yadırganır. Dönemin sansür koşulları düşünüldüğünde bu çıplaklık bile normalin dışındadır. Bates Motel’de ise fermuarın kapanışı ile açılan sahne, çamaşır rengine dayanarak yorumlar yapmayı engeller ve adeta “Bu konu çok konuşuldu ve sıktı.” demektedir. Marion’un otel odasında soyunurken üzerindeki iç çamaşırı ise pembedir.
Marion, duşa girer ve nefesimiz kesilmiş halde Norman’ın; yani Norma’nın elinde bıçakla perdenin arkasına gelişini bekleriz. Müzik sayesinde heyecanın dozu artar; hatta bir ara bir gölge geçişi bile olur ve Marion irkilir. Bir anda Marion “Başlarım böyle işe.” diyerek perdeyi açıp duştan çıkar. Bundan sonra Marion, Norman’dan Sam’in adresini alır, eşi ile onu evde görür ve arabasının camlarını indirerek oradan ayrılır. Motele döndüğünde ise eşyalarını toplarken Norman gelir ve onu yeni bir hayata başlaması için teşvik eder. Marion da aynı fikirdedir ve şu anda sadece aşk acısı çeken, kendisini kandırılmış hisseden; fakat bir taraftan da bundan sıyrılacak dirayeti kendisinde hisseden güçlü bir kadındır. Marion, bir an başını Norman’ın omzuna yaslar ve Norman telaşa kapılıp hemen, vazgeçmeden buradan gitmesini, söyler. Marion’un eşyalarını hızlıca valize koymaya başlar. Norman’ınla seyirci de telaşlanır; çünkü ikisinin rasgelişlerinde hala duş sahnesinin tekrarlanabileceğine dair hisler vardır. Marion’un etrafa dağılmış eşyalarını toplarken yatağın üzerindeki pembe iç çamaşırlarının haricinde bir de araya giren siyah çamaşır vardır.
Bates Motel’de duşta ölüm sahnesinde kurban Sam’dir; çünkü kadınlara kötü davranıyordur: Tıpkı Norman’ın babası gibi. Bu Norman’ın kendisi olarak işlediği, bizim gördüğümüz ilk cinayettir (Babasını öldürdüğü kısım dizide geçen hikâye, gösterilen bir sahne değil). Ancak cinayetten önce annesi ile konuşmalarından ortaya çıkar. Sam, Madeleine (Isabelle McNally) ile Marion’u üzmüştür. Diğer taraftan Pyscho’da Norman’ı yakalayan Sam’dir. Dizide Norman, Sam’i öldürerek onu yakalamaya aday kişiyi ortadan kaldırır. Sahne, kurbanın banyo perdesine tutunması, halkaların kopması ve başının küvetin dışına düşmesi ile filmdekiyle aynı şekilde gösterilir. Bu kez cinayeti işleyenin, yani Norman’ın da yüzünü ve kanın rengini görürüz.

Bates Motel’ten Çıkış
Bates Motel’in 6. bölümünde beklediğimiz duş sahnesinin sona ermesi ile önümüzdeki bölümlere doğru yola çıkarız. Norman, bir şekilde annesinin orada olmadığı yönünde kendisini telkine başlar ve annesinin ortaya çıktığı bilinç durumlarında onu reddeder. Böylece bilinci ile büyük bir çatışma başlar ve neredeyse onu yeneceğini düşünmeye başlarız. Sam’in ölümünden sonra yine annesinin baskın olma durumu ortaya çıkar; çünkü cesedi yok etmek için suç ortağına ihtiyaç vardır. İşi çözdükten sonra ise annesinin cesedini evin dışına taşımaya karar verir. Aslında bu bir bakıma Norman’ın da bu duruma bir son vermek için zihninde olduğu kadar reel ortamında da mücadele verdiğinin kanıtıdır.
Sonra Dylan çıkagelir ve Norman, geçmişten gelen biri ile bugünde yüzleşince çatışma yaşar ve kendisini ihbar eder. Bu aşamada yine korumaya ihtiyaç vardır ve annesi ile oluşturduğu çift kişilikli karakteri baskın hale gelir. Anlarız ki artık Norman için kurtuluş yoktur.

Şerif Romero ise, hapishaneden firar eder, Norman’a ulaşıp ondan intikam almak ister; ancak yaralandığı için eski bir arkadaşının evinde saklanır. Sona doğru ortaya çıktığında ise son kez Norma’nın cesedini görmesi dışında bir mutluluğa erişemez. Norman onu da alt eder. Oysaki Şerif Romero başsından beri güçlüdür ve kanunları kendi adalet biçimine göre yönlendirmektedir. Norman’a yenileceğini düşünemeyiz; ancak Norman’ın da işlerin içinden sıyrılma ve galip gelme biçimini de göz ardı edemeyiz. İkisinin mücadelesinde Norman’ın gaip gelmesi tabi ki de beklenebilir; çünkü Norman, annesini kimseyle paylaşmak istemez ve bunun için de sonuna kadar mücadele edecektir.
Bates Motel’de en sevdiğim sezon dördüncüsü; çünkü Norman’ın kliniğine yatırılmasıyla onun iç dünyasını ve psişik karakterini çözmeye çok yaklaşmıştık. Bu konu ilgimi çekiyor ve merakımı artırıyordu. Üstelik de Psikiyatrist Gregg Edwards (Damon Gupton)’ı izlemesi de zevk veriyordu. İkisinin seanslarından daha fazla bilgi edinebilmeyi isterdim. Son sezonda da kısa da olsa kendisini gördük; ancak sona doğru bir aydır kayıp olduğunu öğrendik. Açıkçası neden böyle bir sonu ona layık gördüklerini bilemedim. Sonuçta izleyici her zaman kayıpları Norman’a yükleyebilir. Ancak biz doktor ile ilgili o şekilde bir yok olma bilgisine sahip değiliz.

Hitchcock’un filmlerindeki karakterleri benzerlerinden seçişi, her zaman konuşulur. Sapık’ta da Marion ve kardeşinin birbirine benzerliği vardır. Bates Motel’de ise son sezonda Norma’nın benzeri Madeleine’dir. Norman’ın ona yaklaşımında da annesine duyduğu yakınlık ve annesini kaybedişinin yanında hayata ona benzer biri ile bağlanma vardır. Norman’ın annesinden sonra hayata devam etme isteğini Madeleine ile yakınlığında görürüz. Annesini aklından çıkaramayıp yenildiğinde ise Madeline’den uzaklaşır, tıpkı Marion’u da otelden apar topar çıkarması gibi. Sonunda Norman, Dylan’ın gelişi ile de yüzleştiği durumundan ötürü iki seçeneğin onu beklediğinin farkına varır: Hapishane ve akıl hastanesi. Seçenekleri reddeder ve Dylan’dan alternatifi için yardım ister. Zor da olsa Norman’a yardım etmeyi seçen Dylan, Norman ve Norma ile dramatik aile tablosunu son kez görürüz. Böylece Pyscho’da merak ettiğimiz Norman’ın hayatına bir nokta konmuş olur.
Hikâyeden sağ çıkan ise Dylan’dır. Dylan, Emma ve kızı ile olan hayatına geri döner. Aslında baştan beri Norma’nın kurmak istediği “normal” hayata Dylan sahip olmuştur. Aslında öncesinde de sahip olandır; çünkü iyi ve kötü gerçek yaşamda birbirinden ayırt edilemez. Dylan, kasabaya geldiğinde yasadışı bir iş bulur. Kenevir yetiştiriciliğinde çalışır. İşi dışında başka yasadışı davranışlarda da bulunur; ama bazen bunları yapmak zorunda kalır. Kendisi ve ailesi, yaşamaya devam etmesi için yapması gerekenler vardır. Sonunda bir aile kurmak istediğinde bu işlerden uzaklaşır. Norma ve Norman’dan oluşan bir ailesi, diğer tarafta da yıllar sonra babası olduğunu öğrendiği adam vardır. Dylan’ın hayatındaki normal olmayan olaylar o daha doğmadan başlamıştır ve Dylan bunlarla mücadele etmeyi başarır. Bir taraftan yaşamını sürdürürken ailesi ile de denge kurmayı başarır. Tüm kötülüklerin arasında Dylan, normal olmayı başarır ve buruk da olsa yaşamına devam eder. Tıpkı tüm normal insanlar gibi. 

20 Ocak 2017 Cuma

Kusursuz Özgürlük

Darren Aronofsky’nin Siyah Kuğu (Black Swan’i)’sunda, Nina (Natali Portman)’nın gerçekle hayal, esaretle özgürlük, iyiyle kötü, ürkeklikle ihtiras arasındaki benliğini bulma çabasına yönelik kendi olma savaşını izliyoruz.
Başlangıçta, annesinin ilgisine hapsolmuş, tıpkı bir kuğu gibi naif, ürkek; kusursuz olmak için disiplinli çalışan bir balerindir, Nina. Sahneye konmak için hazırlanan “Kuğu Gölü” için kraliçe kuğu adayı olan kızlar arasında, bu özellikleriyle Beyaz Kuğu’ya en uygun aday Nina’dır; ancak Beyaz Kuğu’yu da Siyah Kuğu’yu da aynı balerin canlandırmalıdır. Oyunun yönetmeni Thomas (Vincent Cassel), içindeki Siyah Kuğu’yu ortaya çıkarabilmesi için Nina’ya söylediği sözler, gösterdiği davranışlarla zaman zaman baskıcı, sinir bozucu, tahrik edici ve davetkar tavırlar sergiler. Thomas’ın emekli olan balerin Beth (Winona Ryder) başta olmak üzere, bazı balerinlerle ilgili ortalıkta dolaşan söylentileri vardır. Her balerinin, bazı rolleri elde edebilmek için Thomas’ın birtakım isteklerini yerine getirmelerinin gerektiği, söylentisi gibi… Sırf bu söylentiler sebebiyle biz de filmi izlerken Nina’nın rolü istemek için Thomas’ın odasına gittiği andan itibaren yönetmeninin, balerinine yaklaşımını birtakım cinsel isteklerini yerine getirtmek istemesi olarak algılarız; ancak hikaye geliştikçe Thomas’ın asıl isteğinin Siyah Kuğu’nun baştan çıkarıcı kötülüğünü açığa çıkartmak ve kusursuz bir oyun sergilemek olduğunu görürüz.
Nina, kraliçe kuğu olabilmek için Beth’i kendisine örnek almıştır. Beth’in odasından eşyalarını çalıp kullanır; ancak Beth emekli olup da kraliçe kuğu için seçmeler başladığında, kendisine bir de rakip çıkmıştır: Lily (Mila Kunis). Lily’de, Nina’da olmayan her şey vardır. Lily, tam bir siyah kuğudur.

Kızı Annesinin Hayallerine Sahip Olursa
Nina’nın doğumu, annesinin kariyerini “yarıda bırakmasına” sebep olmuştur. Annesi, Nina’nın tüm hayatını planlayarak kızının kariyeri için disiplinli bir çalışma ortamı sağlar; ancak bale mesleği için “Yaşlandıkça ne kadar saçma bir stres olduğunu anlayabiliyorum” dediği halde kızının elde ettiği rol karşısında da herhangi bir balerinin göstereceği kıskançlığı gösterir. Thomas’ın da dediği gibi “Dünyadaki her dansçının o rolde gözü var”.
 Nina’nın annesinin, geceleri uyurken bile çoğu zaman kızını yalnız bırakmadığı, yemeğinden kıyafetlerine her şeyi planladığı, provalara giriş çıkış saatlerine kadar her şeyinden haberdar olduğunu düşünürsek Nina, annesinin kanatları altında yaşayan ürkek bir beyaz kuğudur. Kontrol altında tutulan, kendisini baleye adadığı hayatında, kendine ait bir yaşam alanına sahip olamamış, kendi bedenini tanıyamamış olmasını ancak kraliçe kuğu rolüne seçildiğinde anlamaya başlar. Annesinin, Nina’nın kariyeri için gösterdiği sözde çabasıysa kızının kraliçe kuğu oluşuna kadar sürer. Nina, seçmeler başladığında ilk günden Lily’le karşılaşması onu ümitsizliğe sürüklemiş ve eve geldiğinde de annesine sarılıp ağladığında, annesi yatağına yatırdığı kızına, daha baştan seçilememiş gibi teselli methiyeleri düzmeye başlar. Ertesi gün, kızının kraliçe kuğu rolünü almasıyla da belli bir yeme-içme disiplininde olan, kilo almaması gereken kızına, kutlama için kocaman bir pasta alır. Oyunun sahnelenme günü geldiğinde ise Nina’nın son iki gün içinde gösterdiği taşkınlıklarından dolayı tiyatroyu arayarak kızının rahatsız olduğunu ve gelemeyeceğini, söyler. Kızına gösterdiği sevecen, merhametli, destekleyici anne imajının altında, elde edemediği kariyerinin kıskançlığı yatar.

Bastırılmış Duygular
Nina, prova ve gündelik kıyafetlerinde pembe, beyaz ve gri gibi açık ve yumuşak renkleri tercih eder. Bu renkler içinde, kırılgan, ürkek bir kuğu gibidir. Onun tam zıttı Lily’se iri gözleri ve koyu göz makyajıyla, sırtındaki siyah kanat çizimi dövmesini ilk gördüğümüz anda onun “siyah kuğu” olduğunu anlarız.
Nina’nın disiplinli ve kusursuz olma çabasına karşın Lily, dağınık, kontrolsüz dans eden, düzensiz bir yaşama sahip. Nina’nın, Lily’nin dansını seyrederken Thomas’ın yanına gelip, hareketlerinin keskin olmadığını ve bunu düzeltmek için hiç de çaba sarf etmediğini, söylemesinden ve Lily’nin provalara geç kalmasından, gece hayatının içinde olmasından bunu anlarız. Nina’yı da bir akşam dışarı çıkarıp içindeki karanlık yönleri keşfetmesini sağlayıp aynı zamanda içkisine karıştırdığı ilaçla sabah provaya geç kalmasını ve bu sayede Thomas’a prova edebildiği “kraliçe kuğu”yla gösterinin yedek balerini olmayı başarması, Nina için işlerin çok da kolay olmadığını gösterir.
Nina’nın, Lily’le gece gittiği kulüpten dönüşünde onunla birlikte olması, Lily’nin, onun bacaklarının arasında onu baştan çıkarırken sırtındaki siyah kanatların harekete geçişi ve Lily’nin yüzünün Nina’nın kendi yüzüne dönüşmesi; aslında Nina’nın gece eve yalnız dönüşü ve kendi kendisine yaşattığı tatminle içindeki “siyah kuğu”yu dışa vurmasıdır. Erkek arkadaşının olmayışı, sürekli annesinin kontrolünde yaşaması ve disiplin içerisinde sürdürdüğü bale çalışmalarında Nina, bedensel zevklerini, sadece sırtını tırnaklayarak, bunu yapamadığı ortamlarda da tırnaklarının etlerini kopararak yaşar. Bastırdığı hazlarını, kendi vücuduna verdiği acıyla giderir. O kadar narin ve kırılgan bir yapıya sahiptir ki bale çalışmaları dışındaki hayatını yönlendiren, içinde yaşattığı diğer Nina’yı bazen gözlerini kapattığında (banyo küvetindeki suya daldığı sahne), çoğu zaman da aynadaki aksinde yakalar. O, Nina’nın karanlık ve onu tamamlayan, kışkırtan, çeşitli hazlara sürükleyen yanı; onun karanlık ikizi!

Aynalardaki “Ben”
Nina’nın evinde, daire kapısından girince, çalışma odasında ve banyoda aynalar vardır. Tiyatrodaki provalar, duvarların ayna olduğu salonlarda yapılır. Nina, işi gereği her hareketini aynalar karşısında kontrol etmek durumundadır. Filmin başlarında, Nina’yı aynadaki aksinde yanında hep annesi varken görürüz. Kuğu Gölü balesi için seçmelerin olduğu dönemde, Beth’in odasında, aynanın karşısına geçip kendisini inceler. Beth, artık emekli olmuştur ve yerini birinin alması gerekir. Ne zamanki Nina, kraliçe kuğu rolüne seçilir o zaman eve döndüğünde duştan sonra kendisini aynada, inceler. Nina, artık kendi varlığının farkına varmaya başlar. Ara sıra aynada gördüğü aksinde, başka bir ben görür, Nina siyah kuğu olabilmek için diğer ben’ini keşfetmelidir. Artık ayna karşısında annesi yoktur; Nina, yalnızdır.
Beth’i hastanedeki ziyaretinden sonra eve gelip daire kapısından girdiğinde, duvardaki aynada, Nina’nın aksi parça parçadır. Nina, Beth’in kendisini törpüyle yaralamasından sonra ideal ben’i kaybolmuş, parçalanmıştır. Aynadaki parçalar bunu simgeler; ancak odasına girip tekrar aynaya baktığında, siyah kuğuya dönüşümünü görür. Baştaki parçalanma, hedefe ulaşmasında onu perçinleyen bir olaydır. Tiyatroya gidip sahne arasında siyah kuğu kostümünü giyerken de Lily’i (kendisini), boy aynasına iterek parçalar ve aynadan düşen bir parçayla öldürür. Kendi olma süreci, sembolik olarak aynadaki aksiyle olduğu gibi gerçekte de ayna parçasıyla olur.

Kusursuzluk
Nina, kusursuz olmak için hayatını sürekli denetim altında tutup her hareketini kusursuzca yerine getirmeye çalışır ve idealinde Beth gibi zirvede olmak vardır. Kusursuz olma konusunda, aslında tek kuralın disiplinli bir çalışma sonucu hatasız bir teknik elde etmek olmadığını da Thomas’tan öğrenir. Rolü istemek için Thomas’ın odasına gittiğinde, Thomas, ona: “Kusursuz olmak, sadece kontrollü olmak değildir. Aynı zamanda kendi haline bırakabilmektir” der. Nina’yı diğer insanlara tanıttığı davetin sonunda Beth’in bir arabanın kendisine çarpması sonucu hastaneye kaldırılmasını, Thomas, Beth’in her yaptığının içinden gelen karanlık bir güdü ile olduğunu ve bu yüzden de arabanın ona çarpmasının Beth’in isteğiyle olduğuna neredeyse emin olduğunu, söyler. Thomas’a göre Beth, kusursuzdur.
Nina da idolü olan Beth gibi kusursuz olmak ister. Lily’nin yedeği olduğunu öğrendiği akşam, kendi yerinin tehlikede olduğunu düşünür ve Beth’i hastanede ziyarete gider; ancak Beth, tekerlekli sandalyesinde, yalnız, eskiye ait ihtişamından eser kalmamış zavallı bir halde eline aldığı törpüyle yüzünü delik deşik ederken “ben kusursuz değilim” diyerek bağırmaya başlar. Durum yine Nina’nın sanrılarından biri olarak da açıklanabilir (Bunu Nina’dan başkasının görüp görmediğine ilişkin bir kanıtımız yok). Hastanede yaşadığı bu olaydan sonra Nina’nın Beth’e ilişkin kusursuzluk algısı yıkılır. Artık Beth’ten ve onun kişisel eşyalarından kurtulan Nina, kusursuz olmak için bir şeyler yapmalıdır. Eve gelir, odasına kapanır ve artık “siyah kuğu”ya dönüşmeye başlar.
Uyandığında annesinin tüm engellerine karşın tiyatroya gider ve odasına girip makyajını yaparken Thomas, ona doğru eğilip fısıldar: “Yolunu kesen tek şey kendin”. Nina’nın tek rakibi kendisidir ve vücudunun gösterdiği değişime karakteri de uymak zorundadır. Bunun içinse tek yol, kendindeki “beyaz kuğu”yu öldürüp “siyah kuğu”yu ortaya çıkarmaktır. Hayalinde, odasında öldürdüğünü sandığı Lily, aslında kendi benliğinin “beyaz” tarafıdır. Onun ölümünden sonra gözleri kıpkırmızı sahneye çıkar ve dans ettikçe siyah kuğuya dönüşümünü izleriz. Lakin beyaz kuğu olarak dans ettiği son sahnedeki intiharından sonra, aslında kendisini gerçekten öldürdüğünü görürüz: Nina, artık “kusursuz”dur!
Nina’nın kusursuz olma çabası, bu yolda ilerlerken kendisine bir ideal oluşturmasına; ancak sadece bunla yetinmeyip rakibinin kendisini engellemek için yaptığından daha fazlasını hayal etmeye yönelik sanrılara sebep olur. Başta, “işini iyi yapıp rolü kapmak” amacında olan balerin, disiplinli çalışma koşullarında baskı içindeki bedenini rahatlatabilmek için bedenine başka türlü bir acı yaşatarak arınmaya çalışır. İdealindeki balerinin de kusursuz olmadığını görünce ideal ben’ini de aşıp daha ileriye giderek kendisine zarar verir. Hikâyedeki beyaz kuğu gibi özgür olur.