6 Aralık 2011 Salı

Hugo

             2 Aralık cuma vizyona giren Hugo, Martin Scorsese'nin 3D olarak yaptığı ilk filmi. Film,  Brian Selznick’in "The Invention of Hugo Cabret" adlı çocuk romanından uyarlanmış.

         
            1930’ların Paris’inde yetim Hugo Cabret (Asa Butterfield)’in tren istasyonunda geçen gizli hayatını ve maceralarını izlediğimiz filmde, Hugo üzerinden sinema tarihinin başlangıcından Georges Méliès (Ben Kingsley)’a doğru geçişi izliyoruz: Méliès’ın “rüyalarını”.
         Hugo’nun Isabella (Chloe Moretz)’le başlayan arkadaşlığı, ikisinin ortak tanıdığı insanlar ve Isabella’nın macera arayışı sayesinde, iki çocuğun eğlenceli serüvenine tanık oluyoruz. Hugo’nun babasıyla (Jude Law) birlikte bulduğu “otomaton”u, babasından kalan tek şey olarak sahiplenmesi ve kendisine ondan bir mesaj geleceği beklentisiyle tamirine çalışması; onun diğer insanlar ve tüm makineler için dediği gibi “bu hayattaki gayesi”dir.
            Film, hikâye edindiği sinemanın başlangıcı konusuna değinmesi, Martin Scorsese gibi bir yönetmenin sinema tarihinin ilk yönetmenlerinden George Méliès’ı filmleriyle birlikte anlatması durumundan hem sinemaseverler hem de çocuklar tarafından kaçırılmaması gereken bir film. Zira filmdeki anlatımla George Méliès’ın dünyası, hem çocuklar hem de büyükler için eğlenceli bir yer.
            Filmin, masalsı görselliği bizi hikâyenin içine alsa da açıkçası filmin 3D olması beni hiç cezbetmedi. Öyle ki film, istasyondaki saatin çarklarının arasındaki ve Méliès’ın filmlerinin gösterildiği bölümler dışında 3D olmasa da olurmuş.
            Özellikle sinemayı bir tutku olarak görenlerin, Méliès’ın deyişiyle rüyaların nereden geldiğini merak edenlerin, izlenmesi gereken bir film.






         

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder