Elle,
her saniyesinin tetikte izlediğiniz, Isabelle
Huppert’e tekrar tekrar hayran kalacağınız bir film. Paul Verhoeven yönetimindeki filmde mükemmel bir yönetmen – oyuncu uyumu
var. İkisinin de ne istediğini ve neyi, nasıl yapmaları gerektiğini
bildiklerini fark ediyorsunuz.
(Filmi
izlemediysen buradan sonrasını okumak istemeyebilirsin!)
Elle,
Michele (Isabelle Huppert)’in saldırıya uğradığı anı etkileyici şekilde
yansıttığı bir kare ile açılıyor. Önce ne olduğunu anlayamıyoruz. Bu ise
Michele’in geçmişinde yaşadıklarına benzer bir hikayeyi yeniden
yaşayabileceğini gösteriyor; ancak o bunları çoktan atlatmış, güçlü bir kadın
olarak kendi çözümünü kendisi yaratıyor.
Michele,
şiddetin her türlüsüne alışık. Daha önce yaşadıklarından o kadar çok şey
öğrenmiş ki ruhu da bedeni de kalın bir kabuğa sahip. Elbette barışık olmadığı
değerler, çoktan yozlaşmış olduğuna inandığı inançların farkında. Ve bu, onun
yarasının asla kanamamasını sağlıyor. Diğer taraftan eski kocasını, kendisine
tokat attığı için terk etmiş. İçinde bir yerlerde bitmek bilmeyen öfkesi ise
sadece babasına karşı.
Bu kadar cesur olmak için biraz
rahatsız olmak gerekir.
Evet,
Michele’de bunu görebilirsiniz. Normalde insanları sarsacak, tüm hayatını
etkileyebilecek olaylardan rahatsız olmuyor. Saldırıya uğradıktan birkaç dakika
sonra yerdeki cam kırıklıklarını süpürüyor ve birkaç gün sonra yemekte
arkadaşlarına “Tecavüze uğramış olabilirim.” diyor. Kadınlara karşı da
merhametli olduğunu, yani Michele söz konusuysa merhametten söz edilebilir mi
bilmiyorum, söyleyemeyiz; ancak erkeklere karşı net bir acımasızlıktan söz edebiliriz.
Baba – kız arasındaki zedelenmiş ilişkinin etkisini Michele’in hayatına giren
tüm erkekler de görüyor. Diğer taraftan karşısındaki, özellikle de şiddet
yanlısı bir erkekse Michele, ona dersini vermekten çekinmiyor. Erkekler onun
için seks ve şiddet eğilimli varlıklar, onlardan biriyle seks yapmak
istemiyorsan silkip atabilirsin.
Michele,
ilgisiz biri de değil. Aksine etrafındakilere karşı korumacı tavırları var. Annesinin
ve oğlunun, hatta eski eşinin hayatına girenleri denetlemekten çekinmiyor. Bu aslında
onun sorunlu karakterinin bir özelliği. İşinde de başarılı. Mükemmel olanı
yakalayabilmek için tüm ekibi zorluyor ve sonunda istediğini alıyor.
Şiddetin
her türlüsüne alışık olması, aslında yıllardır toplumsal baskıya maruz
kalmasından kaynaklanıyor olabilir. Çocukluğunda yaşanan olaylardan kalan
kendisine ait bir karenin tüm hayatını etkilediğini, kendisi de belirtiyor. İnsanlar
onu tanıyor ve “Seni unutmadık.” diyor. İnsan için başa çıkması çok zor olan bu
durumdan Michele en iyi şekilde kurtulabilmeyi başarmış. Korkmuyor ve üstüne
gitmekten de çekinmiyor. Babasıyla başına gelen olayları kısaca anlattığı
sahnede dinine sıkı sıkıya bağlı olmaktan kaynaklı bazı şeylere değiniyor. Noel
öncesi yemekte sohbet esnasında dini geleneklerle ilgili ayrıntıları bildiğini
görüyoruz. bir ara karşı komşularının da bahçede kurdukları düzen ve dini
törenlere olan bağlılığı, tüm bu şiddetin alt okumasını din ekseninde yapmamızı
istediğini düşündürtmüştü; ancak böyle olmadığını görüyoruz. Michele bunun
davranış yönünde sapkınlıklara sebep olduğunu düşünüyor. Kendisinin inanıp
inanmadığına dair net bir bilgi edinemesek de manevi yönünün hala güçlü olduğu
söylenebilir. Komşuları ile ilgili netliği de sona doğru öğreniyoruz.
Film
boyunca Isabelle Huppert’ı izlemek büyük bir keyif veriyor. Role kattığı anlam…
Piyanist’teki rolünden sonra onu yine psikolojik sorunların karaktere biçim
verdiği, karakterinin alt okumalarının yoğun olduğu bir filmde izleyebilmek
paha biçilemez.