Sonunda,
sırf izlemek için gitmiş olduğum bir Nuri Bilge Ceylan filminden tam anlamıyla
sinemaya doymuş olarak çıktım. Bir filmde, diyalog, benim için her şey değil;
ama uzun bakışmalar, imalar ve ‘gerçekçilik’ adı altında izlediğimiz uzun
planların da filmin sonunda bende kalıcı bir tat bıraktığı söylenemez. Gerçi
başlarda İsmail (Nejat İşler)’in kameraya bakışını gördüğümde, işte başlıyoruz,
dedim. Neyse ki gerisi gelmedi ve ‘sürükleyici’ bir film izleyebildik.
Nuri
Bilge Ceylan’ın önceki filmi Bir Zamanlar Anadolu’da da diğer filmlerine göre
daha fazla diyalog vardı. Elbette ki bu filmi sürükleyici yapan sadece
diyalogları değil.
Filmde,
yönetmenin alışık olduğumuz fotoğraf karesi sahneleri yine ön planda. Bu artık NBC’nin
filmlerinde oturmuş bir çekim tarzı. Uzak çekim, fotoğraf karesi gibi bir
manzara ve izleyiciye sunulan uzun bir seyir zevki…
Kış
Uykusu, Aydın (Haluk Bilginer), Nihal (Melisa Sözen) ve Necla (Demet Akbağ)’nın
maddi rahatlıklarının aksine, manevi yaşamlarında bulamadıkları iç huzurlarının
verdiği rahatsızlıkları barındırıyor. Aydın’ın, Necla ile sohbetlerinde,
Aydın’ın yerel bir gazeteye gönderdiği yazıları üzerinden başlattıkları fikir
tartışmaları, iki kardeşin birbirlerini acımasız yargılamalarıyla sonlanıyor. Aydın,
zamanının şöhret yolunda önü açık tiyatrocusu (Kendisine oyuncu değil tiyatrocu
denmesini istiyor; ancak yine de hemen ardından kendinden bahsederken “oyuncu”
sıfatını kullanıyor.), kadınları etkileyen çekici bir erkek olduğunu, karısı ve
ablası ile diyaloglarından öğreniyoruz. Aydın, tiyatro oyunculuğunu bırakıp
kendisine, Kapadokya’da yeni bir hayat kurmuştur: Genç karısı, işletmeye
çalıştığı oteli, alış-verişinden pek de bilgisinin olmadığını söylediği
gayrimenkulleri ile…
Necla
ise, ailesinden kalan bu topraklara gelerek kardeşi ile yaşamaya başlamıştır;
ancak bir süre sonra aslında kocasını terk etmenin çok da doğru bir düşünce
olmadığını söyler. Kendi iç hesaplaşmasında, Aydın ve Nihal’e yönelttiği
sorular ile kendine cevaplar bulmaya çalışır.
Nihal’in
Aydın’a yönelttiği suçlamalar, geride bıraktığı gençliği ve kapana
kısılmışlığı; sadece kendisinden yaşlı bir adamla evlenmiş olmasından mıdır;
yoksa Nihal’in cesaretsizliğinden midir?
İç
huzuru sağlayamamanın verdiği çelişkiler, suçu kendinde aramanın
cesaretsizliği, film içerisinde birinin, diğerine yönelttiği suçlamalarla çözüm
arayışına girmesine sebep oluyor. Ancak kim çözüm arayışına girmeye kalkarsa, diğerine
yönelttiği suçlamalarda, onun da kendine göre cevapları ile karşılaşıyor ve
çözümsüzlük sürecinde derin bir sessizliğe gömülüyor. Çözümü ise gitmekte
buluyor. Önce Necla’nın sessizce gidişi… Ardından Aydın’ın…
Necla’nın
gidişi, Aydın ve Nihal’e üstü kapalı olarak yaptığı açıklamalarda gizliydi ve
kardeşi ile yaptığı sohbet üzerine yanlarından ayrılışı, iki kardeşin, biraz,
geçmişe de dayanan anlaşmazlıklarından mıydı; yoksa gitmek için türettiği bir
bahane miydi? Aydın’ın gidişi ise, Nihal’in kendisine yönelttiği suçlamalar
üzerine, ona serbestlik tanır biçimde, zaten gidecektim, edası ile bir kaçıştı.
Nihal ise mekân değiştirmeden kendi düşüncelerinden kaçış arıyordu. Onun da
kaçışı, yardıma muhtaç olarak gördüğü insanların yanında olarak vicdanını,
böylelikle de zihnini rahatlatacağı bir yere idi.
Üç
ana karakterin “diğerleri”ni de düşünüyormuş gibi yaşamaya çalışarak kendi iç
çatışmalarını bastırmaya çalıştıkları, aslında ne başkalarına yaptıklarında,
onlara fayda sağladıkları ne de iç çelişkilerinden kurtulabildikleri, kendi
küçük dünyalarında yaşayan, etraflarında olup bitenleri, sadece masa başında
2-3 cümle kurarak işin felsefesini yapıp sözde okur-yazar, “aydın” kişiler safsatasından
kurtulamayışlarını görüyoruz.
Necla’nın
hiçbir şey demeden gidişi filmde kopukluk yaratıyor. Gideceğini bildirmese bile
herhangi bir sahnede gidişine dair bir iz bulabilirdik. Aydın, odasına
gittiğinde, kapıyı açmadığı için bir tahmin yürütebiliyoruz sadece. Diğer
taraftan Aydın, mutfakta olduğu bir sahnede, masada otururken televizyonda Pepee’yi
izliyor. Aydın’ın neden Pepee’yi izlediğini anlayamamıştım. Ortada bir çocuk da
yoktu. Ancak Altyazı Dergisi’nin Nuri Bilge Ceylan’la yaptığı röportajda* bunu
okudum (Çalışanların küçük bir çocuğu varmış; ancak daha sonra çocuklu
sahneleri çıkartmışlar.). Bu anlamda, NBC, gerçekten işi kurguda çözdüğünü
kanıtlıyor. Diğer taraftan filmde Necla’nın ağzından duyduğumuz “dış mihraklar”
ve Aydın’dan duyduğumuz “çapulcu” söylemleri ile sanırım Gezi’ye selam vermek
istemiş; ancak bunu yapay buldum. Gereksiz yere gözüme batan ayrıntılar
oldular. Aydın ve Necla’nın o uzun konuşma sahnesinde ise, diyaloglar ve
oyunculuk, NBC’nin yıllardır gizli kalmış suskunluğu gibiydi.