Sayfalar

21 Temmuz 2014 Pazartesi

Kış Uykusu

Sonunda, sırf izlemek için gitmiş olduğum bir Nuri Bilge Ceylan filminden tam anlamıyla sinemaya doymuş olarak çıktım. Bir filmde, diyalog, benim için her şey değil; ama uzun bakışmalar, imalar ve ‘gerçekçilik’ adı altında izlediğimiz uzun planların da filmin sonunda bende kalıcı bir tat bıraktığı söylenemez. Gerçi başlarda İsmail (Nejat İşler)’in kameraya bakışını gördüğümde, işte başlıyoruz, dedim. Neyse ki gerisi gelmedi ve ‘sürükleyici’ bir film izleyebildik.

Nuri Bilge Ceylan’ın önceki filmi Bir Zamanlar Anadolu’da da diğer filmlerine göre daha fazla diyalog vardı. Elbette ki bu filmi sürükleyici yapan sadece diyalogları değil.

Filmde, yönetmenin alışık olduğumuz fotoğraf karesi sahneleri yine ön planda. Bu artık NBC’nin filmlerinde oturmuş bir çekim tarzı. Uzak çekim, fotoğraf karesi gibi bir manzara ve izleyiciye sunulan uzun bir seyir zevki…

Kış Uykusu, Aydın (Haluk Bilginer), Nihal (Melisa Sözen) ve Necla (Demet Akbağ)’nın maddi rahatlıklarının aksine, manevi yaşamlarında bulamadıkları iç huzurlarının verdiği rahatsızlıkları barındırıyor. Aydın’ın, Necla ile sohbetlerinde, Aydın’ın yerel bir gazeteye gönderdiği yazıları üzerinden başlattıkları fikir tartışmaları, iki kardeşin birbirlerini acımasız yargılamalarıyla sonlanıyor. Aydın, zamanının şöhret yolunda önü açık tiyatrocusu (Kendisine oyuncu değil tiyatrocu denmesini istiyor; ancak yine de hemen ardından kendinden bahsederken “oyuncu” sıfatını kullanıyor.), kadınları etkileyen çekici bir erkek olduğunu, karısı ve ablası ile diyaloglarından öğreniyoruz. Aydın, tiyatro oyunculuğunu bırakıp kendisine, Kapadokya’da yeni bir hayat kurmuştur: Genç karısı, işletmeye çalıştığı oteli, alış-verişinden pek de bilgisinin olmadığını söylediği gayrimenkulleri ile…

Necla ise, ailesinden kalan bu topraklara gelerek kardeşi ile yaşamaya başlamıştır; ancak bir süre sonra aslında kocasını terk etmenin çok da doğru bir düşünce olmadığını söyler. Kendi iç hesaplaşmasında, Aydın ve Nihal’e yönelttiği sorular ile kendine cevaplar bulmaya çalışır.

Nihal’in Aydın’a yönelttiği suçlamalar, geride bıraktığı gençliği ve kapana kısılmışlığı; sadece kendisinden yaşlı bir adamla evlenmiş olmasından mıdır; yoksa Nihal’in cesaretsizliğinden midir?

İç huzuru sağlayamamanın verdiği çelişkiler, suçu kendinde aramanın cesaretsizliği, film içerisinde birinin, diğerine yönelttiği suçlamalarla çözüm arayışına girmesine sebep oluyor. Ancak kim çözüm arayışına girmeye kalkarsa, diğerine yönelttiği suçlamalarda, onun da kendine göre cevapları ile karşılaşıyor ve çözümsüzlük sürecinde derin bir sessizliğe gömülüyor. Çözümü ise gitmekte buluyor. Önce Necla’nın sessizce gidişi… Ardından Aydın’ın…

Necla’nın gidişi, Aydın ve Nihal’e üstü kapalı olarak yaptığı açıklamalarda gizliydi ve kardeşi ile yaptığı sohbet üzerine yanlarından ayrılışı, iki kardeşin, biraz, geçmişe de dayanan anlaşmazlıklarından mıydı; yoksa gitmek için türettiği bir bahane miydi? Aydın’ın gidişi ise, Nihal’in kendisine yönelttiği suçlamalar üzerine, ona serbestlik tanır biçimde, zaten gidecektim, edası ile bir kaçıştı. Nihal ise mekân değiştirmeden kendi düşüncelerinden kaçış arıyordu. Onun da kaçışı, yardıma muhtaç olarak gördüğü insanların yanında olarak vicdanını, böylelikle de zihnini rahatlatacağı bir yere idi.

Üç ana karakterin “diğerleri”ni de düşünüyormuş gibi yaşamaya çalışarak kendi iç çatışmalarını bastırmaya çalıştıkları, aslında ne başkalarına yaptıklarında, onlara fayda sağladıkları ne de iç çelişkilerinden kurtulabildikleri, kendi küçük dünyalarında yaşayan, etraflarında olup bitenleri, sadece masa başında 2-3 cümle kurarak işin felsefesini yapıp sözde okur-yazar, “aydın” kişiler safsatasından kurtulamayışlarını görüyoruz.

Necla’nın hiçbir şey demeden gidişi filmde kopukluk yaratıyor. Gideceğini bildirmese bile herhangi bir sahnede gidişine dair bir iz bulabilirdik. Aydın, odasına gittiğinde, kapıyı açmadığı için bir tahmin yürütebiliyoruz sadece. Diğer taraftan Aydın, mutfakta olduğu bir sahnede, masada otururken televizyonda Pepee’yi izliyor. Aydın’ın neden Pepee’yi izlediğini anlayamamıştım. Ortada bir çocuk da yoktu. Ancak Altyazı Dergisi’nin Nuri Bilge Ceylan’la yaptığı röportajda* bunu okudum (Çalışanların küçük bir çocuğu varmış; ancak daha sonra çocuklu sahneleri çıkartmışlar.). Bu anlamda, NBC, gerçekten işi kurguda çözdüğünü kanıtlıyor. Diğer taraftan filmde Necla’nın ağzından duyduğumuz “dış mihraklar” ve Aydın’dan duyduğumuz “çapulcu” söylemleri ile sanırım Gezi’ye selam vermek istemiş; ancak bunu yapay buldum. Gereksiz yere gözüme batan ayrıntılar oldular. Aydın ve Necla’nın o uzun konuşma sahnesinde ise, diyaloglar ve oyunculuk, NBC’nin yıllardır gizli kalmış suskunluğu gibiydi.




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder