Sayfalar

1 Şubat 2010 Pazartesi

Aşk “Mustafa"dır*

Aşk belki de sevdiğinin –sevdiğini sandığın kişinin– ölümünü izlemektir. Bazen de gidişini…



Sekiz günde aşk nasıl anlatılır? Cemal Şan, karakterlerini sekiz gün bize izleterek bizi, onların yaşamlarına “ikna” etmeye çalışır. Karşımıza “aşk” üçlemesiyle çıkar: Zeynep’in Sekiz Günü (2007), Dilber’in Sekiz Günü (2008), Ali’nin Sekiz Günü (2008). Filmlerin neden sekiz günde geçtiğiyle ilgili olarak geçen yılki Uluslararası Eskişehir Film Festivali’ndeki söyleşisinde: “Niye sekiz gün? Çünkü bir hafta yedi gün ve genelde insanların çoğu pazartesiden nefret eder. İşte bu yüzden sekizinci günde ya yeniden başladığın noktaya dönüp devam edersin ya da bitersin”. Üç filmde de bunu görürüz. Sekizinci günde üç filmin de üç karakteri; Zeynep, Dilber ve Ali ya yeniden başladığı noktaya dönüp devam ettiler ya da bittiler.

Yine aynı söyleşide Cemal Şan: “Zeynep’in Sekiz Günü kalbi, Ali’nin Sekiz Günü aklı, Dilber’in Sekiz Günü de ruhu temsil ediyor. Zaten aşk da kalpte başlıyor. Daha sonra akıl onu tartıyor. Eğer ruhuna uygunsa devam ediyor veya etmiyor”. Yönetmenin ifadesine göre aşk, bir tanım içerisinde ele alınmış. Aşkın belli bir tanımı, formülü ya da kuralı var mıdır, bu, kişiye özgü bir görüştür; ancak bu filmlerin, kalp, akıl ve ruh sıralamasında yerleri değişebilir ya da buna katılmayanlar olabilir.

Zeynep’in Sekiz Günü

Zeynep (Fadik Sevin Atasoy), otuzlarında, yalnız yaşayan, çalışan, asosyal bir kadın. Her gün aynı saatte kalkıp, aynı rutin işleri yapıp, kahvaltıda aynı şeyi (sahanda yumurta) yiyerek yaşamını sürdürür. Akşamları işten eve döndüğünde de yemeğini yiyip televizyon izler.

Bir gün iş arkadaşlarından biri, Zeynep’i doğumgünü partisine davet eder. Önce gitmemek için türlü bahaneler bulan Zeynep sonunda gitmeye razı olur. O gece barda Ali (Mustafa Üstündağ)’yle tanışır…


“Kalbim”den İsmin Geçti…

Zeynep’in her gün yaptığı işler, bozuk asansörünün bile bir hafta boyunca tamir edilememesi onun yaşam rutinidir. Hep giydiği siyahtan, arkadaşının doğumgünü partisi için kurtulmak ister; ancak bütün gardıroptaki elbiseleri denese de yine siyahı seçerek gider bara. Barda Ali’yle tanışması üzerine giyemediği; ancak hayatına giren “renk”tir. Ali, barda, para karşılığı insanları eğlendirmek için çalışan biridir. Zeynep’e yakınlaşır ve geceyi birlikte geçirirler. Zeynep, Ali için tek gecelik bir ilişkidir. Ali’yse artık Zeynep’in hayatı olmuştur.

Zeynep’in rutin hayatı, izlerken bizleri de sıkar. Zeynep’in yalnız yaşamı, halet-i ruhiyesini izlerken hangi günde olduğumuz karışır. Hayatına Ali girdiğindeyse değişen “hal”lerine anlam veremeyiz. “O” aşkın pençesine düşmüştür. “Aşk” yönetmenin de söylediği “kalp”tedir artık. Zeynep, yüreğinin sesini dinleyerek Ali’yi arar durur. Ali’yse soygun yapmıştır ve birilerinden kaçıyordur. Zeynep, günlerce aradıktan sonra Ali’yi bulur; ancak Ali onu reddeder. Zeynep, çaresiz evine döner. Ali’nin kaçacak yeri kalmadığındaysa Zeynep’e gelir. Artık çok geçtir. Zeynep’in apartmanının önünde vururlar Ali’yi. Zeynep, sadece izleyebilir bu durumu. Ertesi gün; yani sekizinci gündeyse Zeynep, yine başladığı yere döner.

Zeynep, filmde tam bir karakterken, Ali tiplemeden öteye geçemiyor. İşi gücü olmayan, yasal olmayan işlere girişen biri; ancak Zeynep’in rutini içinde boğulup gidiyoruz. Açıkçası Ali’yi aradığı koşuşturmalı sahneler bile bizi, bu sıkıntıdan kurtaramıyor. Büyük şehrin getirdiği kaostan kendini soyutlamış karakter, birkaç günlüğüne bu hayatın içine düşüverir; ancak bu bilinmeyen, onu, kendi “siyahına” dönmek zorunda bırakır.

Filmde olayları üçüncü bir göz gibi izliyoruz, olayın içine dahil olamıyoruz. Bize sadece olan biteni izlemek düşüyor. Karakterle özdeşleşemiyoruz.

Müziklerini Babazula’nın yapmış olduğu filmde, Ali’nin, Zeynep’in hayatına girmesinin ertesi “Bir Sana Bir de Bana” çalar. Açıkçası o muhteşem şarkının sözleri daha büyük aşklara yakışırdı.  
            
Dilber’in Sekiz Günü

Üçlemenin ikinci filminde Dilber (Nesrin Cevadzade), doğuda bir kırsal bölgede yaşayan, genç kızdır. Ali’yle birbirlerini yıllardır severler; ancak Ali’nin beşik kertiği vardır ve onunla evlenmesi zorunludur. Dilber, önce babasına sonra da Ali’nin babasına isyan eder ve köylünün içinde, dağın ardından gelip kendisini isteyen ilk erkeğe varacağını, söyler. Kendisini ahıra kapatır ve kısmeti çıkana kadar orada kalır. Üçüncü gün Mehmet (Fırat Tanış) gelir…
            


“Ruhumun Prensesi”

Mehmet, otuzlu yaşlarında, kasabanın okulunda hademe ve bir ayağı topaldır. Dilber’in ettiği yemini duyup görücülüğe gelmiştir. Mehmet ilk görüşte, şimdiye kadar istediği kızlarla evlenememiş, yalnız, toplumdan dışlanmış bir tipleme gibi görülse de köyün yolundan kasabaya giden uzun yol bittiğinde, sandığımız gibi bir “tipleme” olmadığını görürüz. Dilber de film de güçlü bir karakterdir. İki oyuncunun da oyunculukları filmi her yönden izlenir kılmakta ve diğer iki filme göre daha sağlam bir senaryoya sahip olan filmi, fazlasıyla desteklemektedirler.

Dilber’in güçlü karakteri sonucu, inadı başına dert açar mı, diye düşünürken Dilber, zamanla Mehmet’e yakınlaşır. Bu yakınlaşmada Mehmet’in emeği göz ardı edilemez. Örneğin; her sabah işe giderken bıraktığı notlar gibi. Bunlardan biri “Ruhumun prensesi” diye başlar. Belki de o an Mehmet, Zeynep’in “kalbi”ne girer. Mehmet’in, Dilber’i anlamaya çalışması, ona karşı mesafeli; ancak anlayışlı tavrı, gösterdiği yakınlık Dilber’in gardının düşmesini sağlar. Mehmet, emek verdiği sevgisinin karşılığını almaya başlarken bir gece kapı çalar ve Ali gelir. Dilber’e, gidelim, der. Ortaya çıkan bir silahla Dilber, Ali’yi vurur. Sekizinci günde Dilber, karakolda sorgudadır.

Olayları üçüncü bir göz gibi izliyoruz. Eğer özdeşleşmeden söz etmek gerekirse buna en yakın Mehmet. Mehmet’in arkadaşının karısının, Mehmet’le ilgili olarak Dilber’e söylediği “O sümsük becerebildi mi o işi” sözleri bizi acımayla karışık bir iğrenme (kadından) duygusuyla Mehmet’in yanında olmaya itiyor.

Dilber’in verdiği sözü tutma mecburiyeti Mehmet’i “ruhunda” bulmasıyla boş bir inat olmaktan kurtuluyor.
            
Ali’nin Sekiz Günü

Serinin son filminde, Ali (Serdar Orçin), otuzlu yaşlarında, İstanbul’da kendine yetecek kadar malı mülkü olan bir mahalle bakkalıdır. Her  sabah, yavaş yavaş yürüdüğü sokaklardan geçip işine gider, yarım ekmeğin içine dilimlediği kaşarlardan koyup kolayla birlikte yer. Bir gün dükkandan içeri Zeynep (Begüm Birgören) girer…


“Kalbimin Prensesi”

Zeynep, diğerlerinden farklıdır. Yönetmen, “Sevilen, her zaman diğerlerinden farklıdır”ı biraz da ironik bir anlatımla veriyor: Zeynep, diğer mahalle sakinlerinin aksine parayı peşin veriyor; ancak ilerleyen günlerde o da her gün aldığı sigaranın parasını “mecburiyetten” veresiye almış olsa da söz verdiği gibi akşamına getirmiyor.

İlki bakkala gelen müşterilerden biri, ikincisiyse Zeynep olmak üzere uzun tiradları izliyoruz. Kiracısıyla (Ufuk Bayraktar) da arası pek iyi olmayan Ali; aslında toplum tarafından dışlanmış bir karakter. Uzun tiradlardan birinin sahibi olan müşterinin, intihar etmeden bir gün önce içini Ali’ye dökmesi de bundan.

Ali, Zeynep’i ilk gördüğü andan itibaren beğenir ve artık aşk kalbe düşünce “kalbimin prensesi…” diye başlayan bir mektup yazar ve Zeynep’in penceresine bırakır. Mektup Zeynep’e ulaşmaz. Zeynep, mektuptan habersizdir ve Ali’nin evine gelip ona Mehmet’i anlatır. Aşk “akıl”a düştüğündeyse Ali, sokakta tek başına ağlıyordur.

Diğer iki filme göre, bu filmde yan rollerdeki Ufuk Bayraktar rolünün hakkını iyi veriyor. Diğer iki filmde yan rollerden herhangi biri bu kadar öne çıkmamıştı. Serdar Orçin, yine Zeki Demirkubuz filmlerindeki toplumdan kendini yalıt(ıl)mış bir karakter. Begüm Birgören, terastaki uzun tiradın üstesinden başarıyla geliyor; ancak repliğin uzunluğundan olsa gerek anlattığı biraz anlamsızlaşıyor ve sigara tutuşundaki acemiliği seziyorsunuz. Bu konuşmada, Zeynep’in Ali’ye yönelttiği bir sorudan aslında Ali’nin kendi halinde değil de özellikle belirtmese de kendi yaşamına ait bir görüşü olduğunu anlıyoruz.

Yalnızlık Ömür Boyu**

Üç filmde de karakterler topluma karşı yabancılaşmıştır. Zeynep, kendi içine kapalı bir yaşam sürer. İşyerinde bile yanında kimseyi görmeyiz; ama her nasılsa biri onu doğumgününe davet eder. Dilber de kendi köyündeki törelere başkaldırışıyla kendi yolunu çizer. Ali’de de durum aynıdır. Ali de insanlarla iletişim kurmak için çaba göstermeyen bir karakter. Zeynep’te bu durumu göremesek de diğer iki filmde, “topluma yabancılaşmış” olmak dıştan gelen bir zorunluluk. Zeynep’in kırsalının töreleri ve Ali’nin “güçsüzlüğü”… Ali’nin güçsüzlüğünü, en çok kiracısına boyun eğişinde görürüz.

Filmlerdeki ortak noktalardan biri de karakterlerin isimleridir. Zeynep’in Sekiz Günü’nde Zeynep, Ali’yi sever. Ali’yse onla tek gecelik bir ilişki istemiştir sadece. Dilber’in Sekiz Günü’nde Dilber, Ali’ye aşıktır; ancak Mehmet’le evlenir ve onu sevmeye başlar. Mehmet de onu… Ali’nin Sekiz Günü’ndeyse diğer Aliler’deki şansı göremeyiz. Ali, Zeynep’i sever. Zeynep de Mehmet’i. Zeynep’in Sekiz Günü’nde Zeynep, Ali’nin dayısına gider ve adam ona: “Bana aşkla ilgili güzel bir cümle söyle” der. Zeynep de “Ali!” karşılığını verir. Aşık olunanın adı ne olursa olsun, aşk “aşık olunanın adı”dır. İnsanın “obje” den “suje” ye geçişidir.

Üç filmin de sonunda karakterler, yalnızlıklarına dönerler. Z.S.G’nde Zeynep, yine işine gitmiştir. Artık Ali yoktur. D.S.G’nde Dilber’in yalnızlığını görmeyiz sonunda; ama Ali’nin ölümünden sorumlu olduğu için muhtemelen hapse düşecektir. A.S.G’nde Ali sokağın ortasında tek başına ağlamaktadır. Yönetmenin, söyleşide geçen açıklamasına göre bakarsak Zeynep, başladığı yere geri döner. Ali, bitmiştir. Dilber içinse bu durum göreceli olabilir. Hapse girmesi onun “bitmiş” olduğunu gösterebilir belki; ama Mehmet’le birlikte yeni başladığı hayatı da devam edecek olabilir.

Zeynep’in Sekiz Günü’nde, sıkıntıdan bunalsak da Dilber’in Sekiz Günü’yle refaha çıkıyoruz. Ali’nin Sekiz Günü, durağanlığı ve baş karakterlerinin “rutin”leriyle Z.S.G’yle benzeşse de Ali’deki uzun monologlar filmi farklı bir noktaya getiriyor. Kalpte başlayan aşkın, akılda tartılıp ruha uygunluk durumunda sürdürüldüğü düşüncesine katılmasam da –zira aşk o kadar mantıklı olsaydı…-  Cemal Şan, bize, aşk üzerine üç (özellikle Dilber’in Sekiz Günü) güzel film bırakıyor.
           
           
           
           
           
           

 *Yazı daha önce www.on5yirmi5.com'da yayınlanmıştır.

**MFÖ şarkılarından birinin adı.